Ne küçüğe su bıraktık, ne büyüğe söz…

meldaonur-cevesehirciligefedaedildiKaynak: Birgün, Melda Onur, 28 Eylül 2014
Siz bu yazıyı okurken, Burdur Gölü için su orucunda olacağım. Çünkü 6 yaşımda gidip 10 yaşımda ayrıldığım Burdur’a hayat veren bu gölün kuruması Göller Bölgesi dediğimiz sulak arazide birbiri ardına dizilen çevre felaketlerinden biri olacak; bu kampanyaya hepimizin dikkat çekmesi gerekiyor.

Ablam “Burdur Gölü için Su Orucuna katılacak mısın” diye sordu. “O da ne?” demişim. Doğrusu Burdur Gölü’nün ve göldeki yaşamın bir süredir ciddi tehdit altında olduğunu duymuştum ama ‘Su Orucu’ hakkında bilgim yoktu. Karadeniz’i, Güneydoğu’yu dolanırken atlamışım bu kampanyayı. Çocukluğumuzun 5 yılının geçtiği Burdur konusunda bizde ‘algıda seçicilik’ vardır; Burdur kelimesini anında yakalarız. Bizim gibi çok tayin yaşamış memur çocuklarının 5 yıl aynı şehirde yaşaması mucizedir de ondan.

Sizler bu yazıyı okurken, Burdur Gölü için su orucunda olacağım. Çünkü 6 yaşımda gidip 10 yaşımda ayrıldığım Burdur’a hayat veren bu gölün kuruması Göller Bölgesi dediğimiz sulak arazide birbiri ardına dizilen çevre felaketlerinden biri olacak; bu kampanyaya hepimizin dikkat çekmesi gerekiyor.

Milletvekilliğine başladığım günden beri dere tepe HES gezdik, suların nasıl kurutulduğunu, rantçı yaklaşımların insan ve doğal yaşamı nasıl tehdit etiğine tanık olduk. Yapılan vahşi projelere isyan ettik, itiraz ettik, davalar açıldı; gerek isyan eden vatandaşın arkasında destek olduk, gerekse önünde sipere durduk. Aslında bize ulaşan ve bizim ulaşabildiğimiz birçok haksız hukuksuz uygulamada güzel sonuçlara ulaştık. Ama neyleyim ki biz mutlu sona ulaştığımızda, çoğunlukla doğa tahrip olmuş, su kirlenmiş, köylüler pes etmiş ve iş işten geçmiş oluyor. Öte yandan bu yolla tuttuğumuzu koparabiliyoruz; bu ağır hatalardan dönüş, ülke genelindeki diğer vakalara bir referans olamıyor; sistemi değiştiremiyoruz, yalnızca dokunduğumuz hayatları iyileştirmeye, yaraları tedavi etmeye gücümüz yetiyor.
“Peki dere tepe gezdin de bir rapor yazdın mı” diye sorarsanız, önümüzdeki günlerde 3 yıllık tanıklıklarımız, yapılan çalışmalarımızla ilgili bir raporu kamuoyuyla paylaşacağız. 3 yıldır danışmanlarla “dur şunu da koyalım” derken uzadı ama Erzurum’dan Antalya’ya, Kırıkkale’den Rize’ye HES tanıklıklarımızı bir gözlem raporuna dönüştürdük. Bugün biraz fragman verelim.

Leyla erdi muradına…

Tortum Bağbaşı’nın onlarca jandarma telef etmiş, fena halde anarşik Leylası ile, bir o kadar anarşik babası, amcası, babaannesi sonunda beraat etti. Beraat eden yalnızca onlar mı? 5 köy mahkemelik olmuştu. 100’ün üzerinde dava açılmıştı. Köyün kadınları erkekleri hâkim karşısında ifade verdiler. Hâkime Hanım’ın “Niye gittin katonun (kepçeden bahsediyor) önüne, niye durdurdun” sorusuna “Anayasal hakkım, 56. Madde, herkes sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” cevaplarına şahit oldum o mahkemelerde. Ah dinlesenize büyük sözü…

HES şirketinin vahşice girip dere yataklarına toprak döktüğü, suyu bulandırdığı ve hatta kestiği, dağlarda kamyonlar geçsin diye yollar açtığı günlerden birinde bir köylü bana HES için kazılan tepeyi gösterip “Bak vekilim şu otları görüyor musun, böyle top top. Şimdi onları söküp atıyorlar. Oysa o otların özelliği yağmur suyunu tutmasıdır, heyelanı önler” demişti. Ah dinlesenize biraz köylünün sözünü.

Sonuçta uyduruk ÇED’ler, inşaat sırasında yapılan usulsüzlükler, bir de buna bindirilen ceza davaları derken HES projesinin yanlışlığı çıktı ortaya. Taşeron şirket çevreyi tahrip etmekten ceza aldı, pılı pırtısını toplayıp gitti. Davalar düştü, köylüler beraat etti. Çevre kazılıp, su kirlendiğiyle kaldı. Ama sorun yok doğa kendini tedavi eder.
Ha Leyla mı? O da erdi muradına. Köyünü, suyunu, toprağını korudu. Hem evlendi de… Bunu da bizden duymuş olun.

Sen yıkmazsan, o yıkmazsa, bir yıkan bulunur…

“Bu CeHaPe zihniyeti yıkmaya meraklıdır” der ya birileri, doğru. Çok uğraştık o kaçak köprü yıkılsın diye… Karadeniz İsyanda sözcüsü Eren Dağıstanlı ve bölgedeki çevre platformundan aktivistlerle geçtiğimiz aylarda Arhavi’ye MNG tarafından yapılmaya çalışılan Kavak HES’in yaratacağı felaketleri görmeye gitmiştik. Çıplak gözle görülebilecek bir ucube köprü derenin en dar yerine inşaat şirketi tarafından yapılmıştı. Sırf HES inşaatı bir an önce bitsin diye geçici olarak yapılmıştı. Oysa derenin üzerinde çok daha eski yıllarda yapılmış, derenin şartlarına uygun köprüler vardı. Bu eğreti köprü ise bu bölgeye yağacak azıcık yağmurla bile sular altında kalacaktı. Görünüyordu zira… Dereyi tanıyan köylüler “Yağmur sularıyla bulaşacak derenin sürükleyebileceği her türlü, odun, ağaç, taş, kaya vb. kütle gelip bu dar köprünün altında birikecek ve baraj etkisi yapacak, her türlü taşkın felaketine davetiye çıkarıyor” diye endişe içindeydiler.

Üstelik de zaten DSİ’den MNG şirketine köprünün Başbakanlık Genelgesine uygun olmadığı yönünde bir ikazla birlikte, yıkılması için yazı gitmişti. Biz bu yıkımın peşine düştük. Önce Kaymakam’a gittik, sonra DSİ Genel Müdürü’nü aradık, ardından Vali’ye bildirdik, sonra DSİ Genel Müdürü’nü yıkım için yeniden aradık. Konuyla ilgili bakana soru önergesi verdik. Kamuoyuna açıklamalar yaptık. Yıkılamadı gitti o köprü.

Sonra ne mi oldu? Geçenlerde Karadeniz öyle bir yağış aldı ki, köprü gitti, kavga bitti. Ah be ne diye dinlemezsiniz ki köylünün sözünü.

Bu arada güzel haber, HES inşaatı da durduruldu.

Ahmetler’in fendi, şirketi yendi…

Geçen yıl sonbahar ayıydı. Antalya Manavgat’ta Ahmetler Kanyonu’nunda bir direniş haberi geldi. Kalkıp gittim. Jandarma, köylü, HES şirketinin güvenliği resmen meydan muharebesi yapmış, bu esnada gerçek kurşunlar atılmıştı. Ahmetler Kanyonu doğallığı, el değmemiş florası, faunası ile gerçekten eşsiz. Buradaki Karpuz Deresi’ne de HES izni vermiş Kurutma Bakanlığımız. Vali Bey de düşünmüş taşınmış, inisiyatifini ÇED gerekli değil kararına bağlamış. Üstelik de HES şirketi raporunda “Yalnızca tribünün konacağı yerin görülüp belirlendiğini, suyu taşıyacak kanalların geçeceği güzergâhın ise topografik koşullar nedeniyle görülemediği” notunu düşmüş. Yani yüzsüzlüğün böylesi.

ÇED gerekli değil kararı yalnızca Manavgat’ta bir kütüphaneye asılmış sessiz sessiz ve anlaşılan itiraz süresi geçsin istenmiş. Köylüler de daha sonra haberdar olmuşlar, ama dava için süre geçmiş.

Sonunda kadınlı erkekli Ahmetler köylüleri barikatları çadırları kurdular ve geçit vermediler şirkete. Bir gece birlikte nöbet tutuk, sorunu kamuoyunun gündemine taşıdık.

Devlet uyanık tamam, ama vatandaş da doğasını, bölgesini tanıyor tanıyor. Onlar da “Manavgat değil ki tek etkilenecek olan, Akseki de etkilenecek” deyip derenin öte tarafındaki Güçlüköy’den açtırdılar davayı. Geçen hafta bunun da güzel haberi geldi. Mahkeme HES’i durdurdu.

Su küçüğün, söz büyüğün…

Aslında daha beklediğimiz birçok olumlu haber var. İkizdere’de kadınların isyanıyla HES durduruldu ama kesin iptal gerek. Bir de Kırıkkale’de Kızılırmak üzerinde HES çalışması var ki, ırmağın tam 25 kilometresini susuz bırakıyor. Ondan da durdurma bekliyoruz. Neyse devamı rapora kalsın.

Annem ben küçükken “su küçüğün söz büyüğün” derdi hep. Acaba çok mu konuştuğumdan, yoksa su içeyim diye mi bilmem ama büyük sözü, köylünün sözü, halkın sözünü dinleyeceksin. Dinlemezsen çocuklarımıza, küçüklerimize, gelecek nesillerimize su kalmaz. Su orucuna mecbur kalırız.

*CHP İstanbul Milletvekili