28 Mart 2015’te Tunus Sosyal Forumu’nda sosyal hareketler tarafından kaleme alınan ve uluslararası hareketin birikiminin yansıtan “Dakar’dan Tunus’a: Toprak ve Su Mücadelelerinin Küresel Düzeyde Birleştirilmesi Bildirisi” adlı metni herkesin okumasını tavsiye ediyoruz.
Bizler, su ve toprak hakkını savunan toplumsal hareketler, taban örgütleri ve sivil toplum örgütleri olarak 2014 yılının Ekim ayında Dakar’da Afrika Sosyal Forumu’nda toplandık. Doğal varlıkların, özellikle de müştereklerimizden olan suyumuzun ve toprağımızın gaspını ve bunlarla ilişkili insan haklarının sistematik bir şekilde ihlâl edilmesini protesto ediyor ve buna karşı mücadele veriyoruz. Su ve toprak gasplarının karmaşık doğasını da dikkate alarak fikirlerimizi paylaşmak mücadelelerimiz arasındaki önemli bağı görmemizi sağladı. Bu birleşme çabasını genişletmek amacıyla dünyanın dört bir tarafından gelen örgütler ve hareketlerle bu diyaloğu sürdürmek üzere 2015’te Mart ayında Tunus’ta Dünya Sosyal Forumu’nda yine bir araya geldik.
Bugüne kadar, dünya çapında 200 milyon hektardan fazla toprak çoğunlukla Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, G8 ve diğer kurumlar ve konsorsiyumların desteğiyle, özel şirketler, hükümetler, elitler ve spekülatörler tarafından gasp edildi. Müştereklerimize küçük bir azınlık tarafından el konulması, halkların zorla tahliyesi ve baskı altına alınması uygulamalarının yaygınlaşmasına neden oluyor.
Bu uygulamalar; doğanın korunması, iklim değişikliğinin önlenmesi, “temiz” enerji üretimi, mega altyapı projeleri ve/veya çoğunlukla Afrika’da Gıda Güvenliği ve Beslenme için Yeni İttifak gibi Kamu-Özel ortaklıkları tarafından teşvik edilen sözde kalkınma adına yapılmaktadır. Böylece, kimliğin ve ekosistemlerin kaybı yaşamı imkânsız hale getirirken, tüm topraklar ve arazilere el konuluyor ve yerel topluluklar tahliye ediliyor! Haklarına ve onurlarına saldırılan toplulukların aileleri dağılıyor, göç etmeye zorlanıyor, mülteci olmak zorunda bırakılıyor, en temel haklarını kaybediyor, yoksullaşıyor ve açlığa mahkûm oluyorlar.
Her gün 3000 insanın susuzluktan öldüğü tahmin ediliyor. Toplumların yaşam alanlarına erişimi ve bu alanların yönetimi ekonomik, finansal ve politik elitlerin desteklediği savaşı ve işgâli sürdüren silahlı gruplar, ordu ve kriminal kamu otoriteleri tarafından engelleniyor. Bu durum yerel gıda sistemlerini ve dünya nüfusunun önemli bir bölümünü besleyen pek çok yerel üreticiyi zayıflatıyor. İnsanlar bu duruma karşı çıktıklarında ise suçlu muamelesi görüyor, hapse atılıyor ve öldürülüyor.
Dolayısıyla, elitlerin elde ettiği bu büyük kârlar; topraklarından ve geçim kaynaklarından şiddet, işkence ve tehditlerle tahliye edilmiş ve mülksüzleştirilmiş köylü çiftçilerin, kayıt dışı yerleşimler ve gecekondularda yaşayanların, balıkçılıkla geçimini sağlayanların, göçebe çobanların, yerli halklar ve toplulukların, göçebelerin, köylü ve şehirli işçiler ve tüketicilerin, özellikle gençler ve kadınların insan haklarının sistematik bir şekilde ihlâli üzerine inşa ediliyor.
Toprak gaspı, her zaman su gaspıyla birlikte gidiyor ve değişik biçimler alıyor: yoğun miktarda su tüketen ve sürdürülebilir olmayan çiftçilik vakaları, su hizmetlerinin yönetimi ve özelleştirilmesi (ödeme gücü olmayanlardan bu hayati varlığı çalmak), kontrolsüz madenciliğin neden olduğu akifer kirlenmeleri, nehir yataklarının ve su yollarının baraj inşaatlarına bağlı olarak yer değiştirmesi ve bunun sonucunda toplulukların yaşam alanlarından tahliyesi, su noktalarına erişimin militarizasyonu, göçebe çobanların ve balıkçı toplulukların geçim kaynaklarına kıyılarda yapılan kum madenciliği gibi uygulamalarla son verilmesi.
Müştereklerin korunması için mücadele eden aktivistlerin kriminalize edilmesi her ne kadar otoriteler tarafından gizlense de yaygın görülen bir durumdur. Toprak ve su varlıkları giderek azalıyor ve bunun sonucunda oluşan tablo toplumların güvenliğini ve devletlerin egemenliği tehdit eden kritik bir mesele haline geliyor. Ancak; su, toprak ve gıda krizlerinin temelini oluşturan kıtlık durumu doğal bir durum değildir; bu durum politik, jeo-stratejik ve finansal süreçler tarafından şekillendirilmektedir.
Yaşamlarımıza ve refahımıza yönelen bu tehditlere cevap olarak, direniyoruz, haklarımızı savunuyoruz ve gerçek çözümler ortaya koyuyoruz. İnsanların toprağa ve suya erişimi ve bu varlıkların insanlar tarafından kontrolünün barış ortamını sağlamak ve iklim değişikliğini durdurmak için olduğu kadar insan haklarının gerçekleştirilmesi ve herkesin onurlu bir yaşam sürmesini garanti altına almak için de vazgeçilmez olduğunu düşünüyoruz. Toprağın ve suyun adil dağılımı ve toplumsal cinsiyet eşitliği bizim gıda güvenliği vizyonumuzun tam kalbinde yer alıyor. Gıda güvenliği vizyonumuz; agroekoloji (Şubat 2015’te Nyéléni’deki Uluslararası Agroekoloji Forumu Bildirisi’nde belirtildiği gibi), yerel gıda sistemleri, biyoçeşitlilik, tohumlarımızın kontrolü ve doğal su döngülerine saygı ilkelerine dayanmaktadır. Bu vizyon kırsal, kentsel ve yarı kentsel nüfusları ilgilendiriyor ve karşılıklı dayanışma ve işbirliğine dayanan saygılı üretici-tüketici ilişkilerini kapsıyor.
Aktivistler olarak bağlılığımız üzerinde yükselen dayanışmamız, mücadelelerimizi birleştiren aşağıdaki ilkeler ve fikirler üzerine inşa edilmiştir:
§ Su, gıda ve toprak hakları yaşam için en temel ve önemli haklardır. Tüm insanlar, erkekler, kadınlar, yetişkinler, çocuklar, zenginler, yoksullar, köy ve kent sakinleri bu haklara sahiptir.
§ Su ve toprak sadece hayati doğal varlıklarımız değil, aynı zamanda güvenliği ve yönetimi toplumlarımızın ve doğamızın iyiliği için tüm toplumlar tarafından bugün ve gelecek nesiller için korunması gereken ortak mirasımızın da bir parçasıdır.
§ Su, toprak ve tohumlar alınıp satılan mallar değil, müştereklerimizdir.
§ Devletlerin hukuki ve anayasal olarak insanların çıkarlarını temsil etmelerinden kaynaklanan yetkileri olduğunu kabul ediyoruz. Bundan dolayı, Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı ve yatırım anlaşmalarının çoğunda yer aldığı gibi, Yatırımcı ve Devlet Arasındaki Anlaşmazlık Çözümü modelleri gibi insan haklarına ve kendi egemenliklerine zarar verecek herhangi bir politikaya ve uluslararası anlaşmaya karşı çıkmak devletlerin görevlerinin bir gereğidir.
§ Toprak-su yönetimi politikaları toplumsal adaleti, toplumsal cinsiyeti, kamu sağlığı ve çevre adaletinin gerçekleştirilmesini teşvik etmelidir.
§ Yabancı işgali ve hâkimiyetinin tüm biçimlerine karşı çıkıyoruz.
Sonuç olarak, dünyanın dört bir tarafında mücadele eden sivil toplum örgütleri olarak aşağıdaki ilkelere bağlılığımızı bildiriyoruz:
§ Gıda, su, toprak ve arazilere erişim hakkımızın tanınması ve hayata geçirilmesi için mücadele eden güçlü ve birleşik bir hareketi inşa etmek amacıyla, kırsal ve kentsel bölgelerdeki toplulukların farkındalıklarını artırmak, bu toplulukları eğitmek ve örgütlemek;
§ Vatandaşların hukuki kurumlarında, doğal varlıkların yönetimi konusunda vatandaşların ve toplumların önceden bilgilendirilmesini, rızalarının alınmasını, özgür iardeye dayalı ve eksiksiz katılım haklarını her zaman savunmak;
§ Su ve toprak mücadelelerinin küresel ölçekte birleşmesini destekleyen ulusal ve bölgesel platformları kurmak amacıyla, su ve toprağın gaspına karşı mücadele eden topluluklarla çalışan sivil toplum oluşumları arasında sinerjiler inşa etmek;
§ Topraklarımızın, sularımızın ve tohumlarımızın iadesini talep etmek; hak sahipleri olarak mücadele yürüttüğümüz Dünya Gıda Güvenliği ve Beslenme Komitesi gibi meşru politik alanları kurtarmak ve dilimizin, “iklim dostu tarım” gibi yanlış çözümleri destekleyen söylemlerde olduğu gibi mevcut düzen tarafından teslim alınmasına karşı koymak;
§ İnsan hakları savunucularına ve toprak ve su gaspına karşı koyanlara, özellikle kriminalize edildikleri durumlarda, desteğimizi sunmak ve onlarla dayanışmak;
§ Doğal varlıkların metalaştırılması ve özelleştirilmesinin yanı sıra, su ve toprak gaspını teşvik eden ulusal politikalara ve uluslararası anlaşmalara, ödemeli sayaçlar, ürünler ve hizmetlere yönelik otomatik vergi düzenlemeleri, Avrupa Birliği ve ACP ülkeleri arasındaki Ekonomik Partnerlik Anlaşmaları (EPA’lar) da dâhil olmak üzere karşı çıkmak;
§ Dünya Bankası’nın sadece spekülasyonu desteklemek, toprak ve su gaspını teşvik etmek için tasarladığı; bununla birlikte, insan haklarını, sosyal ve çevresel standartları tamamen ihmâl eden “iş dünyasına” ait iklim sıralaması ve biyolojik çeşitliliği dengeleme sistemlerini ifşa etmek.
Uluslararası hükümetler arası örgütleri, devletleri ve yerel otoriteleri aşağıdaki taleplerimizi kabul etmeye çağırıyoruz:
§ İnsan haklarının bölünmezliği ve bu hakların gerçekleştirilmesi konusunda, özellikle korunmasız ve ötekileştirilmiş gruplar, kadınlar ve gençlere yönelik uluslararası yükümlülüklerini tanımalıdırlar. İnsan hakları yaklaşımını sistematik olarak uygulamaları, ihlâlleri durdurmaları, insan hakkı ihlâllerinin önüne geçmeleri ve ihlâllerin hukuki takibatını yapmaları gerekmektedir.
§ Toprak ve tarım reformu, toprakların adil bir şekilde sahiplerine geri verilmesi, adil dağıtım, toprak, su ve diğer doğal varlıkların sürdürülebilir bir şekilde yönetimi için gerekli politikalar hayata geçirilmelidir.
§ Ekonomik ve jeopolitik çıkarlardan ziyade toplulukların güçlendirilmesini hedefleyen kalkınma politikalarını da kapsayan gerekli politikalar hayata geçirilmelidir.
§ BM Genel Kurulu’nun 2010 yılında 69 sayılı kararında açıkça kabul ettiği ve tanıdığı su ve hıfzıssıhha hakkına saygı duyulması, bu hakların korunması ve hayata geçirilmesi; su ve hıfzıssıhhaya herkesin erişiminin garanti altına alınması ve su hakkının anayasal ve yasal düzenlemelerle tanınması gerekmektedir.
§ Suyun ve toprağın, müştereklerimizin; güvenliği, erişilebilirliği ve yönetimini düzenleyen geleneksel haklar kadınların haklarını da güvence altına almak suretiyle tanınmalı, korunmalı ve bunlara saygı duyulmalıdır.
§ Kanunsuz eylemlerin önüne geçmek için bu kurumların sahip oldukları yükümlülüklerin gereğini yerine getirmeleri ve özellikle işgalci güçler tarafından yasaklanan eylemleri ve kanunsuz eylemlerden fayda sağlayan ya da bunlara iştirak eden taraflarla herhangi bir ilişki içinde olmayı ya da işbirliğini reddetmeleri gerekmektedir.
§ Toprak, su ve diğer doğal varlıkların yönetimi konusunda kararlar alınırken, halkların özgür ve önceden eksiksiz bir şekilde bilgilendirilmiş olarak katılımları güvence altına alınmalıdır. Ve sadece söylediklerimizi dinlemelerini değil toprak ve su gaspına hayır deme hakkımızı da içerecek şekilde taleplerimizi ciddiye almalarını istiyoruz.
§ Uluslararası Çalışma Örgütü’nün Yerli ve Kabile Halklara İlişkin 169 Nolu Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Hakları Bildirisi yürürlüğe koyulmalıdır.
§ BM’nin 2015 sonrası Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin parçası olarak su, gıda ve toprak hakkını da içerecek şekilde insan haklarının teşvik edilmesi açıkça onaylanmalıdır.
§ Toprağın, Su Ürünlerinin ve Ormanların Kullanım Süresinin Sorumlu Yönetimine İlişkin CFS/FAO Yönetmeliği ve FAO’nun Sürdürülebilir Küçük Çaplı Balıkçılığı Koruma Yönetmeliği hak sahipleri olarak bizlerin tam katılımı ile derhal hayata geçirilmeli ve insanların haklarını arayabilmelerine imkân tanıyacak hükümler içeren kanunlar yürürlüğe konulmalıdır.
§ Şu anda İnsan Hakları Konseyi’nde üzerinde çalışılmakta olan Birleşmiş Milletler Çiftçi, Köylü ve Kırsal Bölgelerde Çalışan İnsanların Hakları Bildirgesi tanınmalı ve desteklenmelidir.
§ Uluslararası şirketler ve diğer ticari işletmeler tarafından işlenen suçları önleyecek ve hukuki takibata alacak bağlayıcı bir anlaşma kabul edilmeli ve yürürlüğe konulmalıdır.
§ Özellikle BM’nin Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi çerçevesinde, su ve hıfzıssıhha hakkı etkili bir şekilde güçlendirilmeli, içeriği ve içeriğinde belirtilen devletlerin sorumlulukları netleştirilmeli ve belirginleştirilmeli ve her türlü su gaspının önüne geçmek için uluslararası hukukta yer alan ilgili tedbirler ve araçlar benimsenmelidir.
Dünyanın dört bir tarafında mücadele eden sivil toplumu, toplumsal hareketleri, taban örgütlerini, işçi sendikalarını ve STK’ları bu tartışmaya dahil olmaya, bu deklarasyonu güçlendirmeye ve bu talepleri mevcut olan tüm imkânlarıyla desteklemeye çağırıyoruz. Mücadelelerimiz arasındaki dayanışmayı güçlendirmeye ihtiyacımız var. Yaşamlarımız için gerekli temel varlıklara olan haklarımız için sürdürdüğümüz mücadele de dâhil olmak üzere, 2015 sonrası BM Ajandası’nın Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin tartışıldığı görüşmelerde, toprak ve doğal varlıklara dair uluslararası ve bölgesel ilkelerin uygulanması konusunda ve COP 2015’te (Taraflar Konferansı) iklim değişikliğinin önüne geçmek için sivil toplumun sesini duyurmak zorundayız.
Hareketleri birleştirme çabalarımız devam ederken kendi içimizdeki çeşitliliği tanıyoruz, bunu zenginliğimiz olarak görüyoruz, ortaya çıkan çeşitli inisiyatifleri mutlulukla karşılıyoruz ve onları da tartışmalarımızın bir parçası yapmak istiyoruz. Bunu gerçekleştirmek için bu bildiriyi geniş kitlelere ulaştırmak istiyoruz. Bu birleşmenin oluşum sürecinde, onları bu çabalara daha fazla dahil etmek için bildiriyi kendi halklarımıza ve topraklarımıza da götüreceğiz.
Su ve toprak: aynı mesele, aynı mücadele!
Tunus, 28 Mart 2015
Metnin İngilizcesine buradan ulaşabilirsiniz.