Bugün 22 Mart Dünya Su Günü. Doğaya ve topluma yönelik baskının daha da şiddetlendiği bu günlerde 22 Mart kutladığımız değil, su varlıklarımızı ve su hakkımızı korumak için, dünyanın dört bir yanında yaşam için, adalet için mücadele ettiğimiz bir gün.
Son 900 yılın en büyük kuraklığının yaşandığı Orta Doğu’da ayaklanmalar, devrimler ve iç savaşlar yaşanıyor. Afrika’nın güney ülkelerinde kuraklık nedeniyle milyonlarca insanın hayatı tehlike altında. ABD’nin Flint şehrinde su borularında kullanılan kurşun nedeniyle binlerce insan sağlık sorunları ile boğuşuyor. ABD, bütçesinin yüzde 16’sını savunmaya ayırırken, uzmanlar tüm ülkedeki su borularının değişmesi gerektiğini ve bunun için bütçeden sadece yüzde 0,3’lük kaynak ayrılması gerektiğini söylüyor. İrlanda’da yüz binlerce insan musluk sularına sayaç takılmasına ve suyu ticarileşmesine karşı direniyor. Bizler, dünyanın her yanında devletlerin ve şirketlerin suyu ticari bir meta olarak gören anlayışına karşı “su bir insan hakkıdır” diyoruz.
Bu yıl Dünya Su Günü’nün teması “Su ve İstihdam”. Suyu ekonominin hammaddesi, kalkınmanın aracı olarak gören neoliberal zihniyet “hem yeşil istihdam yaratacağız hem de su varlıklarını koruyacağız” diyerek sağduyumuza seslenmeye çalışıyor. Oysa yaşamın özü olan su varlıklarımız gasp ediliyor ve su hakkımız ihlal ediliyor. Bu zihniyetin aktörleri olan devletler ve şirketler su krizine, krizi daha da büyüten sözde çözümler öneriyor. Onların çözümleri bir damla suyun bile boşa özgürce akmaması, suyun ekonominin hammaddesi olması ve daha da pahalanması.
Onların çözümlerinin sonucunda nehirlerimiz, şirketler ve onların sözcülüğünü yapan devletler tarafından yapılan barajlarla ve HES’lerle kelepçeleniyor. Türkiye, Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Baraj ve HES projesi nedeniyle 2016 yılı için Avrupa’nın “En Çok Tehlikede Olan 7” kültür mirası listesine seçildi. Türkiye’de binlerce baraj ve HES yüzünden akan su göremez olduk. Kömürlü termik santraller ile su varlıklarımız kirletiliyor. Var olanların halk sağlığını yok etmesi, toprağı, havayı ve suyu kirletmesi yetmezmiş gibi, Türkiye 80 civarında kömürlü termik santral yapmayı ve bunun yanı sıra nükleer santraller yapmayı planlıyor. Türkiye’de uluslararası normlara uygun statülerde koruma altına alınan alanlar sadece ve sadece Türkiye’nin toplam yüzölçümünün yüzde 4’ü iken, Su Kanunu Tasarısı, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu, Yer altı Sularını Koruma Yönetmeliği gibi hukuksal araçlarla ormanlarımız, sulak alanlarımız ve kültürel miraslarımız, sermayenin kullanımına açılıyor. Öyle ki Türkiye’de korunması gereken 130 civarındaki sulak alandan sadece 14’ü Ramsar koruma kapsamında. Çevresel Etki Değerlendirme yani ÇED raporları kopyala yapıştır usulüyle masa başında yapılırken, Artvin Cerattepe’de olduğu gibi ÇED alamayacağı mahkemece belirlenmiş madencilik projelerine bile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı onay veriyor. İstanbul’daki Üçüncü Havalimanı, Üçüncü Köprü ve yeni yerleşim alanları gibi mega projelerle İstanbul’un su varlıklarının yüzde 10’u ve kent ormanları yok edilip beton cehennemleri yaratılıyor. Kentlerde su tasarrufu sağlamak için suya ha bire zam yapılıyor. Şube yolu bedeli, katı atık bedeli, katı atık bertaraf bedeli gibi ek maliyet unsurları ve vergilerle şişirilen su faturaları yoksulun belini büküyor. Bu faturaları ödeyecek parası olmayan vatandaşın suyu kesiliyor. Üstelik yüksek faturalar ödememize rağmen musluklardan akan suyu içemiyoruz. Neredeyse tüm şehirlerde yerel yönetimler, kendi asli görevleri olan içilebilir nitelikte su sağlama hizmetini, ne kadar su satarlarsa o kadar para kazanacak ambalajlı su şirketlerine devretmiş durumdalar.
Bilim insanları uyarıyor! 11.000 yıl önce buzulların geri çekilmesi gibi “yeni bir jeolojik çağ” başlatacak bir “gezegensel dönüşüm içinde” olduğumuzu ve sadece iki nesil sonra insanların büyük çoğunluğunun ciddi bir su sıkıntısı yaşayacağını söylüyorlar. Sahra Çölü’nün her yana doğru genişlemesi ve dünyanın altıncı büyük gölü Çad’ın yüzde 90’ını kaybetmesi, Batı Afrika’da 30 milyon insanı etkiliyor. Çin’deki nehirlerin yarısından fazlası 1990 yılından bu yana yok oldu. Dünyanın dördüncü büyük gölü Aral’ın tamamı, Ortadoğu’nun en büyük gölü Urmiye’nin de yüzde 60’ı kurudu. Kuzey Amerika’nın batısı son sekiz yüz yılın en ciddi kuraklığına teslim olmuş durumda. 34 ülke kuraklık, sel ve benzeri nedenlerle halkını doyuracak gıdadan yoksun. Eşine benzerine rastlamadığımız iklim değişikliğinin şiddetlendirdiği kuraklığın yaygınlaşması, milyonlarca insanı su bulmak ve hayatta kalabilmek için göçe zorlayacak. Bugün sadece bir su sorunundan değil, kelimenin her anlamıyla küresel bir su krizinden söz ediyoruz.
Neoliberal “çözümlerin” hepsi hem su varlıklarını kirletip tüketiyor, hem de suya erişimde eşitsizlik yaratarak ekolojik adaletsizliği büyütüyor. Öyle ki, su hakkı mücadelesi artık bir var oluş ve demokrasi mücadelesi haline geldi. Tüm dünyada bu mücadelede hayatını kaybeden insanlar var. En son Honduras’ta yaşam kaynağı olan nehrine baraj kurulmasını istemeyen yaşam savunucusu Berta Caceres’i öldürenler, Artvin Cerattepe’de para için bir şehri ortadan kaldırmayı göze alanlar da aynı neoliberal zihniyetin temsilcileridir. Kar hırslarından dolayı her türlü insanlık suçunu işleyebilecek bir durumdalar.
Bizim sorunları yaratan ve büyüten neoliberal reçetelere değil, yaşamımızın garantisi müştereklerimizi korumak için ekolojik kolektif çözümlere ihtiyacımız var. Dünya Su Günü’nün gerçek sahipleri biziz ve suyumuzu koruyup gelecek nesillere aktaracak olan da biziz.
– Su herhangi bir ihtiyaç maddesi değil yaşamın ayrılmaz bir parçası, temel bir insan hakkıdır. Tüm canlıların ortak varlığıdır. Su ne şirketlerin para kazanacağı bir araç, ne de devletlerin elinde ekonomik bir kaynak veya stratejik bir silahtır. Su varlıklarının ve hizmetlerinin özelleştirilmesi, metalaştırılması ve ticarileştirilmesine hayır diyoruz. Suya tüm canlıların eşit biçimde erişiminin garantilenmesi için su hakkımızın anayasal güvence altına alınmasını, suyun yönetimine yerellerde demokratik ve etkin bir katılım sürecini talep ediyoruz.
– Sudan kâr edilmesini dayatan tüm neoliberal politikaları reddediyoruz. Yerel yönetimleri su hizmetlerinde tam maliyet prensibi ve kârlı çalışmaya zorunlu kılan yasal düzenlemelere ve uygulamalara hayır diyoruz. Musluklarımızdan içilebilir nitelikte su akmasını, temel ihtiyaçlarımıza yetecek miktarda suyun ücretsiz verilmesini ve tüm bu adımların kamu kaynaklarınca finanse edilmesini talep ediyoruz.
– Gölleri, nehirleri, denizleri, yeraltı sularını ve sulak alanları korumak bugün ve gelecek nesillerin fiziki olarak suya erişimi için zorunludur. Su varlıklarını tüketen, kirleten tüm projelere son verilmesini talep ediyoruz. Su varlıklarının ve ormanlık alanların mutlak koruma altına alınmasını talep ediyoruz.
– Susuzluğa çözüm olarak ileri sürülen yeni barajlar, havzalar arası su aktarımı, deniz suyunun arıtılması, yer altı sularının sınırsız kullanımı gibi uygulamalar ekolojik çözümler olmadığı gibi sosyal ve ekonomik maliyetleri yüksek, sadece günü kurtarmaya yönelik adımlardır. İklim değişikliğini durdurmadan su krizine çözüm bulunamaz. İklimi değişikliğini durdurmak için fosil yakıt kullanımına son verilmesini, derhal kapsamlı etkin adımlar atılmasını talep ediyoruz.
Bizler “Kâr değil önce insan ve doğa” diyoruz. Dünya Su Günü’nde susmayıp, su hakkımızı, yaşamı savunmaya kararlı olduğumuzu bir kez daha dile getiriyoruz.
Su Hakkı Kampanyası
22 Mart 2016, İstanbul
22 Mart Salı günü Dünya Su Günü kapsamında Galatasaray Lisesi önünde yapmak istediğimiz basın açıklamasını cumartesi günü İstiklal caddesinde gerçekleşen terör saldırısı nedeniyle iptal ettik. Sivillere yönelik şiddet eylemlerini lanetliyor ve kınıyoruz.
Saldırıda ölenlerin yakınlarına, dostlarına sabırlar, yaralananlara acil şifalar diliyoruz. Bu kaotik ortamın dağılmasını sağlayacak olan barış ve demokrasinin biran önce hayata geçirilmesini istiyoruz. Basın açıklamamızı bu yıl sokakta yapamasak da basın açıklamasının metninde de belirttiğimiz gibi susmayacağız, suyumuzu, su hakkımızı, yaşamı, barışı, demokrasiyi savunmaya kararlılıkla devam edeceğiz.