Kuzey Kıbrıs-Türkiye hattında su krizi

Kıbrıs-su-projesiKaynak: Nikolaos Stelya, Sputniknews, 5 Ekim 2015
Kıbrıs’ın kuzeyi, Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye ile olan ilişkilerinin geleceğini ilgilendiren çok önemli bir krizle çalkalanıyor. Türkiye’den adaya getirilen su, Kıbrıs Türk tarafında büyük endişelere neden oldu.

Kıbrıslı Türk siyasetçiler birçok cevapsız soruya yanıt bulmaya çalışıyor. Türkiye’den getirilecek su babında Ankara’nın öne sürdüğü ön koşullar kabul edilirse KKTC’nin varlık nedeni ortadan kalkmaz mı? Böylesi bir durumda büyük koalisyonun geleceği tehlikeye girmez mi?

Kıbrıs’ın kuzeyinde yeni başlayan tartışmanın odağında Türkiye’nin Kıbrıs Türk tarafına dayattığı kıstaslar ve şartlar var. Ankara adanın kuzeyinde suyun yönetiminin özel şirketlere verilmesini talep ediyor. Ayrıca, suyun geçeceği kara yapılarının, toprak parçalarının mülkiyetini talep ediyor. Kıbrıslı Türkler an itibariyle bu şartları kabul etmiş değil. Kıbrıs Türklerinin perspektifinden suyun özelleştirilmesi kabul edilemez bir ön koşul olarak ele alınırken, mülkiyetlerin Türkiye’ye devri şıkkını da oldukça soğuk yaklaşılıyor.

Konuyu çok yakından takip eden deneyimli Kıbrıslı Türk gazeteci Aysu Basri Akter, Türkiye’den adaya gelecek olan su meselesinin çok boyutlu bir mesele olduğunu vurguluyor. Akter’e göre Türkiye gündeme getirdiği koşullardan geri adım atmaya hazır gözükmezken, kuzeyde geçtiğimiz aylarda kurulmuş olan büyük koalisyon çok büyük bir krizin içerisine sürüklenmekte.

PROTOKOL DURUMU ÖZETLİYOR
Akter’e göre, geçtiğimiz yıllarda Kuzey Kıbrıs’ın eski hükümeti ile Ankara arasında imzalanan su protokolü bugün karşı karşıya olduğumuz büyük krize ışık tutuyor. Kuzey Kıbrıs’ın sağcı hükümeti tarafından imzalanan protokol Ankara’nın ön koşulları için sağlam bir zemin oluşturuyor.

” En başından son derece yanlış başlayan konu, iki ülke arasında herkesten habersiz imzalanan bir protokolle start aldı” diyen Akter protokolün şu önemli maddesini hatırlatıyor: “Proje kapsamında Türkiye Cumhuriyeti tarafında yer alan kara yapıları, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti tarafında yer alan kara yapıları ile boru hattı vasıtasıyla gerçekleştirilecek deniz geçişinin inşası Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapılacaktır. Söz konusu kara yapıları ile deniz geçişli boru hattının ve Proje kapsamında inşa edilen tüm tesislerin mülkiyeti, inşasına başlandığı andan itibaren Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olacaktır.”
Lefkoşa-Ankara su protokolüne göre projenin mülkiyeti ve yönetimdeki söz hakkı Türkiye’ye verilirken, inşaat aşamasında çalışacak olan ekiplere de büyük imtiyazlar sağlanmıştı.

PROTOKOL UYGULANIRSA KKTC’YE GEREK KALIR MI?
Protokolle ile ilgili adada kopan ‘siyasi fırtınayı’ irdeleyen Akter gündeme şu önemli soruyu taşıyor: Türkiye’nin istedikleri uygulamaya konursa KKTC’nin bir varlık nedeni kalır mı? “Türkiye çok açıktır ki, AB üyesi olmadan bir AB üyesi ülkede, en önemli, stratejik bir güç olan su konusunda tek söz sahibi olmak istiyor. Bu belki garantörlük hakkından çok daha anlamlı bir kazanç demek. Ve çok doğal olarak bunun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor” diyen Akter, şu sualin altını önemle çiziyor: Suda mülkiyet yok, yönetim yok, içtiği borunun sahibi değilken hatta üstüne elektrikte de benzer model gündemdeyken varlığının ne anlamı kalıyor?

‘KABAHATLİ OLAN KIBRIS TÜRK TARAFI’
Akter’e göre yeni büyük krizin esas sorumlusu zamanında gerekli adımlara atmayan, projelerini geliştirmeyen ve Türkiye karşısında sesini yükseltmeyen Kıbrıs Türk liderliği ve siyasetçileri.
“Biz yıllarca çeşitli yöntemlerle Türkiye’den adaya taşınması planlanan suda yaşanan fiyaskolar sonrasında, bu suyun geleceğine önceleri hiç inanmadık” diyen Akter, bugüne dek hiçbir Kıbrıslı Türk siyasetçinin su meselesini ciddiye almamış olduğunu vurguluyor.

‘SU KRİZİ BÜYÜK KOALİSYONU VE MAAŞLARI KRİZE SOKTU’
Ankara-Lefkoşa hattında patlak veren su krizi adanın kuzeyinde birkaç ay evvel kurulan hükümetin geleceğini ve KKTC’nin ödediği maaşları da tehlikeye sokmuş durumda.

Akter son gelişmeleri şu şekilde özetliyor: “TC yardım heyeti yetkilileri Lefkoşa’da bir otelde bu konuda Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Ulusal Birlik Partisi Genel başkanlarıyla bazı belediye başkanlarının da katıldığı bir toplantıda sunum yaptılar. Talat bu toplantıda bu anlaşmanın bu şekliyle imzalanmasının ancak başka bir hükümet alternatifiyle gerçekleşebileceğini söyleyerek açıkça CTP’nin buna imza koymayacağını ortaya koydu. Ancak yetkililer dört koldan hükümete baskı yapmaya devam ediyor. Hükümetin bu konuda ne kadar karşı durabileceği merak konusu. UBP’nin tavrının ne olacağı da öyle. Türkiye kaynak aktarımında frene bastığı anda krizin nasıl evirileceği de bilinmiyor.”