Bir yandan temiz enerji söylemi ile HES, RES, GES, JES gibi üretimleri büyütmeye çalışan AKP, diğer yandan termik santraller için ‘maden bölgeleri’ yaratarak doğal yaşamı alt üst edecek adımları atıyor.
Elektrik üretiminde sudan optimum düzeyde faydalanabilmek amacıyla AKP hükümeti tarafından master planlar hazırlandı. Hükümet 2019 hidroelektrik enerji üretim hedefini 110 milyar kWh olarak belirledi. 2023 yılına kadarsa Türkiye’nin toplam elektrik talebinin yüzde 30’luk bölümünün “yenilenebilir enerji kaynakları”ndan karşılanacağı ifade edildi. Hidro-enerji yatırımlarının desteklenmesi amacıyla sabit fiyat geri alım garantisi getirilmişti. HES’lerde üretilen enerjinin kWh/saat ücreti için 2.3 dolar-cent alım garantisi veren hükümet, aynı zamanda 2020 yılına kadar sabit fiyatla alım garantisini de 2020 yılına kadar uzattı. HES’leri temiz ve yenilenebilir enerji kaynağı olarak niteleyen mevcut hükümet, ‘yenilenebilir enerjinin üretimdeki payını büyüteceğiz’ açıklamaları yaparken, aynı zamanda termik santrallerde ve nükleer santrallerde büyümeyi de sürdürürken, zaten enerji arz problemi yaşanan Türkiye’de her geçen gün artan enerji kapasitesini ne yapacağı birçok soru işaretini barındırdığı görülüyor. Bunların yanında rüzgar santralleri için deniz kıyılarını işgal edecek olan ve ilk adımda 1200 MW güç için ihale açarken yine temiz enerji safsatasına sarılıyor. Güneş enerjisinde çatı üstü lisanssız üretimi serbest bıraktığını söylerken, diğer yandan evlerde üretilen ve dağıtım şirketine satılacak olan enerjinin fiyatını önceden açıklamış olduğu tutarı revize ederek üçte iki oranını geri alıyor. Tüm bunlarla temiz ya da yenilenebilir adı altında enerji şirketleri tarafından meralar, deniz kıyıları, ormanlar ve tarım arazileri işgal ediliyor.
Yenilenen ne?
Yenilenebilen enerji kavramını ortaya atan başta ABD ve AB şirketleri kendileri için yeni birikim alanı yaratırken, halkın bu süreçlere eklemlenmesi ve desteklemesi için yenilenebilir-temiz enerji söylemini güçlendiriyor. AKP hükümeti de ortaya çıkarılan bu kavramı sermaye çevrelerine alan açmak üzere sahiplenirken, uygulamaların artık doğal yaşama geri dönülmez zararlar verdiği açıkça gözleniyor. Jeotermal enerjiyi de temiz enerji kavramı içine alan AKP hükümeti, Türkiye’nin dört bir yanında sondajlara izin vererek su havzalarının ve kaynakların geri dönülmez biçimde kirletilmesine yol açıyor. Aşırı üretim ve tüketim politikalarıyla ayakta duran kapitalizmi üretilen enerjinin temiz ya da kirli olması ilgilendirmiyor. Sonuç olarak enerji üretimleri her ne yolla üretilirse üretilsin, ekosistemde yaşanan olumsuz değişim her geçen gün büyüyor.
Nükleer de temiz!
Nükleer santraller de kapitalist üretimler içinde temiz enerji olarak değerlendiriliyor. Termik santraller için ‘son teknoloji filtreler’ kullanılacak ve doğaya zarar verilmeyecek söylemi işlenirken, termik santrallerin olduğu bölgelerde halkın temiz hava talebi her geçen gün artıyor. Hükümet termik santraller için ‘maden bölgeleri’ yaratıp bölgenin su varlığını bu santrallere bağlarken, temiz enerji söyleminin ne kadar içi boş ve bir algı operasyonu içinde olduğu gizlenemiyor.