Kaynak: Akşam , 7 Temmuz 2012
Politik ve ahlaki içerik taşımayan kupkuru ‘facia’ klişesiyle geçiştirilen işçi ölümleri, belki de günümüzde en fazla yabancılaştığımız sıra dışı ölümlerin başında yer alıyor.
Güçlü reyting getiren ‘facia’ spotu dışında artık bu ölümlerin şiddetini DNA testi gerektiren ceset tespiti verse de, işçilerin ‘tehlikeli hayatları da’, ‘trajik ölümleri de’ gayet doğal süreçler olarak kabul ediliyor.
Elektronik gözetim altında çalışan Fırat Yıldırım’ın 6 aydır elektrik kaçağı bulunan dikiş makinesinden elektrik akımına kapılıp can verişini kamera kaydından izlerken, Edirne’de TOKİ konut inşaatında göçük altında kalan taşeron Nazmi Demirel’in kurtarma çalışmasında kepçeyle kafasını kopartılmasına sebep olan ‘çalışma güvenliği’ adındaki bu barbarlık teşkilatını sukut ile karşılıyorduk…
HES şantiyeleri, AVM inşaatları, saçaklarına küçük kaçak imalathaneler doluşmuş sanayi bölgeleri, baraj inşaatları, maden ocakları, tersaneler, ‘ölüm varoşları’ gibi gece-gündüz işlerken bizim de bu yüklü ölümlere karşı empatisiz mesafemiz her gün daha da açılıyor.
Sanki örgütsüz milyonlarca işçi çalışma iradeleri ve hakları ‘esnek yasalarla’ ellerinden alındıkça iş yapan bir özne değil de işin maliyetine dahil teknik bir aksama dönüşüyor…
Bu yüzden de ‘İşçi’ Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın adı ‘İş’ Sağlığı ve Güvenliği olarak değiştirilmesi ve yeni İş Yasası Meclis’te oylanırken bile Meclis bahçesinde çalışma yapan taşeron işçinin göçük altında hayatını kaybetmesi sadece ironi yaratıyordu…
Ve piyasada muadili bol ve ucuzca bulunan bu ‘teknik aksamın’ gayet öngörülebilir ve engellenebilir ‘iş facialarında’ dehşetengiz seri ölümleri elbette etkin sendikal mücadeleyi yasadışı ilan eden ve grevli toplu sözleşme hakkı talebini terör örgütü faaliyeti sayan ülkemizde rastlantı değil.
İş uzmanları ısrarla dünya sendikalaşma oranı yüksek ülkelerde sendika denetiminin işçi ölümlerini nasıl yüzbinde 2’lere düşürdüğünü belirtiyorlardı…
Ama 11 milyon işçiden sadece 400 bin işçinin toplu sözleşme yapabildiği Türkiye’de devlet bu oranı daha da eritmek için otoriter siyasi hamlelerle sendikal faaliyeti terörist eylemle eşleştiriyor.
Çünkü Türkiye’nin hedefinde Çin, Vietnam ve Pakistan’dan daha ucuz yani sendikasız, güvencesiz ve esnek iş gücünü bir an evvel küresel piyasalara ‘rekabet üstünlüğü’ olarak arzı vardı…
Ekonomi Bakanımız Çin’de ücretlerin 300-400 dolara yükseldiğini ve böylece Avrupalı patronların düşük ücret ve cömert teşvik yasasımızla mecbur dünyada gidecekleri tek adresin Türkiye olduğunu söylüyordu.
Çünkü Türkiye Çin ve Bangladeş’in altındaki işçi maliyetleri ve iş güvenliği masrafı yerine 2 bin TL’lik ceza ödeyerek işçi ölüm ve kazalarını savuşturma imkanı sunuyordu…
Ayrıca geçen hafta yasalaşan İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası binlerce işçi ölümüne karşı güvenli koşullar getirmek yerine iş güvenliğini özel sektöre devrediyordu.
İş güvenliği ‘hak’ olmaktan çıkıp işverenin piyasadan satın aldığı bir hizmete dönüşerek iş sağlığı piyasaları kuruluyor ve iş kazalarının % 57’sinin gerçekleştiği 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinde yasa yürürlüğe iki yıl sonra giriyordu…
İşçi mezbahasından farksız ülkemizde ise iş cinayetlerinde hayatını kaybedenlerin yakınları ‘İş Cinayetlerini Unutma Platformu’ olarak her pazar Galatasaray meydanında hepimiz için vicdan ve adalet nöbetini tutarak empatisiz, donuk kanlı kamuoyunu uyarmaya devam ediyorlardı…