Türkiye’de 90’lı yıllardan bu yana devam eden ve son 30 yılın en şiddetli çatışmalarına sahne olan Kürt coğrafyasında doğa adeta katlediliyor.
Artan çatışmalar ile birlikte kullanılan kimyasal silahlar ve tahrip gücü yüksek bombalar ile ormanlık alanlar yok edilirken, ‘güvenlik’ eksenli politikalar çerçevesinde ateşe verilen ormanlık alanlar ile birlikte kutsal kitapların ‘Cennetin Bahçesi’ diye adlandırdığı Mezopotamya coğrafyasında ikinci bir katliama perde aralanıyor.
Bunun yanı sıra yine ‘güvenlik’ eksenli yapılan barajlar da söz konusu katliamın büyük bir ayağını oluşturuyor. Enerji üretimi adı altında bölgede 500’e yakın baraj bulunurken, bu rakam Türkiye’deki barajların yüzde 38’ni oluşturuyor. Hakkari’nin Şemdinli-Yüksekova, Çukurca ve Şırnak’ın Uludere bölgelerinde yapımı devam eden 8 ile yapımı tamamlanan 3 barajın, PKK’lilerin geçişlerini önlemek amacıyla kullanılacağı devlet yetkilileri tarafından daha önce açıklanmıştı.
‘Türkiye nehirlerin geçtiği ülkeler üzerinde baskı oluşturabilir’
Devlet tarafından yapılan barajların sadece elektrik, sulama ve içme suyu sağlamak amacıyla inşa edilmediğini belirten Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi üyesi Ercan Ayboğa, barajların Kürt sorunu endeksli düşünülerek inşa edildiğini ifade etti. Ayboğa, üzerinde baraj inşa edilen suların aynı zamanda suların geçtiği diğer ülkelere yönelik bir baskı aracı olarak da kullanıldığını belirterek, “Debisi yüksek olan Dicle ve Fırat nehirleri bu bölgede bulunmaktadır. Buradan sonra güneye akmaktadır, orada fazla yağış yaşanmamaktadır. Bu da devletin Suriye ve Irak üzerinde bir baskı aracı oluşturmasına neden olabiliyor. Baraj gölü ile suyu uzun süre tutabilme potansiyeline ulaşarak, nehirlerin geçtiği ülkeler üzerinde baskı oluşturabilir. Türkiye’nin bu iki devletle suların paylaşımı noktasında karşılıklı bir anlaşması yoktur. ‘Savaş açacam’ ya da ‘suyu kesecem’ şeklinde resmi açıklamalarda bir ifade yer almamaktadır. Ancak fiili olarak bir baskı aracıdır. Herhangi bir anlaşmaya, evrensel hukuka bağlı değilse, istediğini yapabilirse kimse sana bir şey diyemezse ciddi bir baskı oluşturabilirsin. Bununla beraber Ortadoğu’da suyun satılması ilerde söz konusu olabilir. Dicle-Fırat nehirlerinin suları bir meta haline gelebilir” dedi.
‘Baraj, askerler tarafından sürdürülen operasyonda bir araç!’
Barajların yapımındaki önemli nedenlerden birinin de bölgede süren savaşta PKK’yi tasfiye etmekte bir araç olarak kullanılması olduğunu belirten Ayboğa, “Bölgede, çatışmalı bir ortam söz konusudur. Devletin asimilasyoncu inkar politikasına karşı çıkan bir halk var. Bu politikalara karşı silahlı bir isyan uzun süredir sürmektedir. Devletin bu bölgeye bakışı ön yargılıdır, dışlayıcıdır. Siyasi bir baskıyla buraya yaklaşılıyor. Buradaki siyasi parti ve STK’lere çok büyük baskı uyguluyor. Askeri operasyonları sürdürüyor. Bu çerçevede her türlü aracı kullanmaya çalışıyor. Bu araçlardan biri de barajlar oluyor. Bölgede yaşayan halka ve PKK gerillalarına karşı kullanmaktır. Barajlar bir siyasi amacı da içeriyor. Halklar üzerinde bir egemenlik aracı olarak kullanılarak göçe zorlanmaktadırlar. Halkın kendine yeten ekonomisinin ortadan kaldırılmasıyla kapitalist ekonomik sisteme dahil edilmesi söz konusudur. Böylelikle halk, üretici konumdan tüketici konuma düşmektedir. Şırnak ve Hakkari illerinde yapılan 11 barajın, DSİ’nin 2007 faaliyet raporunda sınır güvenliği amacıyla yapıldığı açıkça belirtmektedir. Bunu biz demiyoruz. Bundan dolayı güvenlik barajı terimi ortaya çıkıyor. Böyle bir terim dünyada yoktur” dedi. DİHA – 1 Ekim 2012