Dünyanın ‘efendilerinin’ küresel iklim değişikliği üzerine yaptıkları tartışmaları ve yürüttükleri çalışmaları yakından izleyince, insan paniğe kapılmadan edemiyor. Sadece panik yapmak da değil, bir süre sonra antikapitalist bir politik hattı savunmak dışında seçeneğiniz olmadığını fark ediyorsunuz.
Daha önce Davos’taki son Dünya Ekonomik Forumu’nda yayınlanan “Yeşil büyüme için özel finansmanın önünü açmanın yolları ve araçları – Yeşil Yatırım Raporu”ndan bahsetmiştim. Özet olarak bu raporda, kamu finansmanının, yeşil yatırımların sermaye maliyetini ve risklerini azaltacak şekilde konumlandırılması isteniyor ve bunun için çeşitli yollar gösteriliyor. Öyle bir tablo çıkıyor ki, özel sermayeye düşük karbonlu enerji yatırımları için aktarılacak bir birimlik fon ile on birimlik toplam yatırımı hayata geçirebiliyorsunuz. Buna dayanak olarak İklim Yatırım Fonları ve bunun bir ayağı olan Temiz Teknoloji Fonu’nun bugüne kadarki performansı gösteriliyor.
Basitleştirerek söylersek, bu fonlarla yapılan şey, belirli yatırımlar için özel sermayeye çok ucuz bir kredi olanağı sağlamak. Örneğin bu sayede 5 yıl geri ödemesiz, toplam 15 yıl vadeli ve çok düşük bir faizle, proje başına 25 milyon avroya kadar bir fonu şirketinize sağlayabiliyorsunuz. Rakamlar gerçek, kafadan atmıyorum.
Bu mekanizmadaki, kamu kaynaklarının özel sermayenin kârlılığını arttırmak için kullanılması gibi tartışma götürür yanları şimdilik bir kenarda bırakalım.
Peki, bu kaynak gerçekten amaçlandığı gibi, küresel iklim değişikliğini önlemek için mi kullanılıyor? Temiz Teknoloji Fonu’nun ne kadar çok kirli yatırıma alet edildiğini bizzat Türkiye’de yaşamamış olsak, belki bu soruya “evet” diye cevap verebilirdik!
Türkiye, 2009 yılında Dünya Bankası’nın Temiz Teknoloji Fonu’ndan 100, IBRD fonundan 500 olmak üzere, toplam 600 milyon dolarlık bir kredi aldı ve bunu Özel Sektör Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Projesi adı altında çeşitli projelere dağıttı. Desteklenen 62 projenin 30’u hidro enerji, 26’sı enerji verimliliği, 5’i rüzgâr, 1’i jeotermal enerji yatırımıydı. İsviçreli bir STK olan Berne Declaration’ın raporuna göre 2011 yılına kadar dağıtılan 540 milyon doların 340 milyonu, yani yüzde 63’ü HES yatırımlarına kullandırıldı. Yenilenebilir enerji denince ilk akla gelen güneş enerjisine hiç kredi verilmedi, rüzgâr enerjisine kullandırılan kaynak ise yüzde 4’te kaldı.
İklim fonlarıyla desteklenen ve böylece inşaat ve enerji şirketlerine maliyeti neredeyse sıfıra getirilen HES’lerin bir kısmı, yerel halkın mücadelesiyle engellendi. Örneğin Antalya’da Alakır Nehri üzerinde yapılmakta olan Kozdere HES bunlardan biri. Mahkeme 2011 yılı sonunda, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ‘Çevre Etki Değerlendirme raporu gerekli değildir’ kararını gerekçe göstererek bu projenin yürütmesini durdurdu. Yine iklim fonuyla desteklenmiş Tokat’ta, Adana’da ve Giresun’daki projelerden dava edilenler var.
Dikkat çekici bir başka unsur ise, ilk aşamada alınan 600 milyon dolar krediyle harekete geçeceği iddia edilen yaklaşık 2 milyar dolarlık kaynağın büyük bir palavra olması. Gerçek şu ki, böyle bir para yenilenebilir enerji ya da enerji verimliliği yatırımına dönüşmedi ve Türkiye’nin sera gazı salınımını azaltmakta kullanılmadı.
İşte size Davos’ta parlatılan Temiz Teknoloji Fonu! Küresel şirketlerin ve enerji lobilerinin derdi iklim değişikliği falan değil. Onlar kolay yoldan daha çok kâr etmenin ve büyük bir açgözlülükle doğayı daha çok sömürmenin peşinde…
Kaynak: Marksist.org, 25 Şubat 2013