Kaynak: Pınar Öğünç, Radikal, 22 Şubat 2014
Bilmiyorum kulağınızda canlanacak mı, şöyle bir ‘yetkili’ sesi var. Devletin sesi, iktidarların sesi ve ekseriyetle sağ siyasetin sesi. Ortada üzerine konuşulması gereken büyük bir bela var. Konuşma düşük tonda sabitlenmiş; bu yapay sükûnetle mevzuun hiç önemsenmediği mesajı verilmeye çalışılıyor. Bomba patlasa, deprem olsa, isyan çıksa, siyasi kriz patlasa da üstelik hadisenin üzerinden mesela 10 dakika geçmişken, aynı ‘her şey kontrol altında’ tonlaması. Validen belediye başkanına numunesi çoksa da Abdullah Gül’ünki şahikasıdır. Sorunun önemsizliğini, çözümünün kolaylığını ifade etmeye çalıştığı o ton, bazen berbat bir konuyu neredeyse gülümseyerek anlatıyormuş hissi verir.
Gezegenin bir kısmı çok ağır bir kış geçirir, kimi kardan, kimi selden soluk alamazken malum Türkiye uzunca yılların en kurak kışını geçiriyor. Bursa Hayvanat Bahçesi’ndeki ayılar kış uykusuna hiç yatmamış örneğin. Bu yaz onları hiçbir kahve ayıltamayacak. Meyve ağaçlarının tomurcuklanıp çayırların kır çiçeklendiği bu şubat günleri, midenizi feci bozacağını bilerek afiyetle yediğiniz yemeğe, sonunun size hiç de iyi gelmeyeceğini gördüğünüz halde başladığınız bir ilişkiye benziyor biraz. Ürküten bir güzellik.
Hangi yeraltı suyu?
Resmi verilere göre barajlardaki su miktarı dramatik biçimde azalmışken kapıdaki tehlikeye dair de yetkililerde aynı o tonlama… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş değil bu yaz, 2100’e kadar İstanbul’un su sıkıntısı çekmeyeceğini müjdelemiş. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, daha ‘maliyetsiz’ olduğu için yağmur duasına öncelik vereceklerini, daha sonra yağmur bombasını düşüneceklerini beyan etmiş. Yine de herkesi sükûnete davet ediyor ve B planlarının olduğunu söylüyor: Yeraltı suları!
İklim değişikliği, kavranıp strateji değişikliği icap ettiren, gezegenin tüm iktidarları üzerinde bir mesele. Eroğlu’nun yeraltı sularını deva gösteren bu yarı şaka yarı ciddi gibi beyanatı ise topyekûn bir su politikasının iflasını işaret ediyor aslında. Hangi yeraltı suyu diye sormak gerekir her şeyden evvel.
Kuraklıktan en çok etkileneceği söylenen İç Anadolu’da artık 250 metreden evvel suya ulaşmak mümkün değil; ‘fosil su’ denilen, kullanılamaz, çürük yumurta kokulu suya kadar gelinmiş. Bu bölge kaçak yeraltı kuyularının da cenneti; rakamlar on binlerle ifade ediliyor. Sayaç takmanın faydası ne? Yılların yanlış ürün seçimi ve yanlış sulama politikaları yüzünden meteor düşmüş gibi devasa obruklar açılıyor. İrili ufaklı göller yeraltı sularıyla beslenmediği için kurumakta. Henüz kuraklık yokken.
Eğer bu cümle İstanbul’u kastederek kurulduysa da fena. Hem üçüncü köprü, hem de Kanal İstanbul projeleri, birçok sakıncalarına ek olarak, canlı kalabilmiş yeraltı sularını yok etmeye namzet. Neticede bunun manalı bir B planı olmadığını Eroğlu da biliyor aslında.
Susuzluk kendini “Ay nasıl duş yapacağız” şeklinde kendini gösteriyor olabilir, lakin bu, zaten sorunlu Türkiye tarımına da ciddi darbe demek. ODTÜ’den Prof. Dr. Murat Türkeş ve Ada Mühendislik’ten Dursun Yıldız’ın hazırladığı, rakamlarla tescilledikleri yağış değişimleri ve kuraklığın HES’lerin istikbaline etkisini tartıştığı bir rapor var; HES’leri de hiç iyi günler beklemiyor.
Şu an 286’sı işletmede, 256’sı inşaat, 1000 civarı proje safhasında, 1550 HES var. Çoğu çevreye verdiği zararı asla rasyonel kılmayacak üretimdeki bu santrallardan o enerjiyi bile almak mümkün değil artık. Plansız HES yatırımları bizatihi ‘bizim’ sularımıza zarar verirken kendi mezarlarını da kazdı yani. Kuraklık hızlandırdı sadece.
Yeraltı sularına daha önceden bakmak, 2100’leri hedefe koyarken bütünlüklü, ticarileştirilmemiş, kamu yararı odaklı bir su politikasına sahip olmak gerekirdi. B planı derken Z raporu böyle.