Diyarbakır ve Batman eylül ayının sonunda iki önemli etkinliğe ev sahipliği yaptı. Bunlardan ilki 27 eylülde Diyarbakır’da gerçekleşen Ekopotamya Ağı toplantısı. İkincisi ise Batman’ın Hasankeyf kentinde 29-30 eylül tarihlerinde yapılan gençlik kampı. Her iki etkinlik de 2006’dan bu yana faaliyet gösteren Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi tarafından düzenlendi.
Ekopotamya Ağı toplandı
Bu sene kurulan Ekopotamya Ağı, Türkiye’den Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, Cilo Doğa Derneği, Pasur Doğal Çevreyi Koruma Platformu (PADÇEK), Cizre Kültür Koruma Girişimi, İran’dan Cenesta, Alpin Club ve Irak’tan Civil Development Organization (CDO), Green Kurdistan Association (GKA), Kurdish International Youth Organization, Women’s Talent Development Organization (WDTO), Organization for Human Rights and Democracy Activities, Gayandn, Nature Iraq (NI), Kurdistan Save the Children (KSC) adlı organizasyonlardan oluşuyor. Devletle-rin çizdiği sınırları değil, Dicle ve Fırat nehirlerin aktığı coğrafyayı referans alan bu grup baraj ve HES gibi hidrolik kalkınma projelerinin etkilerini ve bunlarla başa çıkma yollarını araştırıyor. Ekopotamya Ağı’nın üyeleri kamptan bir gün önce 27 eylülde Diyarbakır’da bir araya geldi. Yaptıkları toplantıda Ilısu Barajı’nın yok edeceği Dicle Vadisi’ni, İran’da plansız biçimde çoğalan barajların hızla kurutmakta olduğu Urmiye Gölü’nü ve Irak Kürdistan bölgesinin önemli yerle-şim birimlerinden olan Khanaqin’in Alwand Nehri üzerinde İran tarafından kurulmuş olan iki baraj yüzünden içmeye su bulamamasını tartıştı.
“Bizim dilimiz tıpkı korumak için mücadele ettiğimiz Dicle ve Fırat gibi özgür akmalı”
Toplantının önemli çıktılarından biri de Dr. Akgün İlhan’ın devlet bürokratlarının ve askerlerin “güç dili”nden farklı bir dil oluşturmak gereğine dikkat çekmesiydi. İlhan şöyle devam etti:
“Onlar ateşkeslerden, ekonomik ambargolar, savaşlar, ve anlaşmalardan bahsediyor. Mekanik rasyonalitenin sesiyle konuşuyorlar. Biz sadece rasyonel değil, duyguları da olan varlıklarız. Olup biten yıkımdan endişe duyan insanların konuştuğu yeni bir dil oluşturmalıyız. Bu yeni dil sınır ya da engel tanımamalı. Korumaya çalıştığımız Dicle ve Fırat’ın akışından birşeyler öğrenmeliyiz. Ulus devlet sınırlarını aşıp denize ulaşan ne-hirlerimiz gibi, biz de akmalı ve diğerlerine ulaşmalıyız”.
Hasankeyf Gençlik Kampı başlıyor
Hasankeyf Gençlik Kampı’na sadece Türkiye’den değil, dünyanın çeşitli yerlerinden de yaklaşık 200 kişi katıldı. Girişimin bu etkinliği gerçekleştirmesinin en önemli nedeni eğer tamamlanır ve su tutarsa, Hasankeyf ile birlikte Dicle Vadisi’nde bulunan iki yüze yakın yerleşim birimini sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı’nın nasıl engellenebileceğine yönelik ortak çözümler üretmekti. Kampta gezi, yürüyüş ve konser gibi çeşitli etkinliklerin yanısıra ilk gün “Barajların Toplum, Kültür ve Doğal Hayat Üzerine Etkileri” ve ikinci gün “Doğanın ve Kültürel Değerlerin Korunmasında İnsanın Rolü” adları altında Kürtçe, Türkçe ve İngilizce dillerinin aynı anda kullanıldığı bir toplantı yapıldı. Antalya Alakır Vadisi’ndeki yapımı süren sekiz barajdan, Şırnak’taki onbir güvenlik barajına kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çeşitli hidrolik projelerinden mağdur olanlar ve bu yıkıma “dur” deyip çözüm üretmek isteyenler bir araya geldi.
Baskı kurma aracı olarak barajlar ve ekonomik meta olarak su
Anadolu ve Mezopotamya’nın akarsularını boğan barajların ve HES’lerin neden olduğu doğa ve kültür katliamını yaşayanlar, kampın ilk günü “Barajların Toplum, Kültür ve Doğal Hayat Üzerine Etkileri” adlı toplantıda buluştu. Toplantı Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi üyesi Ercan Ayboğa’nın barajların uluslararası boyutuna yönelik kısa konuşmasıyla başladı. Türkiye’nin Irak ve Suriye ile paylaştığı Dicle ve Fırat nehirlerini bu ülkeleri kontrol etme amaçlı kullanabildiğini belirten Ayboğa, Türkiye’de olduğu gibi evrensel hukuka bağlı olunmadığı durumlarda suyun çok ciddi bir baskı aracına dönüşebildiğini söyledi. Ayrıca Ortadoğu gibi kuraklığın belirleyici olduğu bir coğrafyada, Dicle ve Fırat’ın sularının artan metalaşma baskısı altında olduğuna da dikkat çeken Ayboğa, sözü katılımcılara verdi.
“Barajlar doğa ve kültür katliamına yol açıyor”
Katılımcıların anlattıkları kısaca şöyle özetlenebilir. Alakır Vadisi’nde planlanan sekiz barajın üçünün inşaatı tamamlansa da, geriye kalanı hakkında açılan davaların sonucunda durdurma kararı alınmış. Ancak maalesef yasaları dinlemeyen şirketler yeni yollar deneyerek inşaatlara devam etmenin yollarını arıyor. Suyun kutsal sayıldığı Dersim’den gelen katılımcılar ise şehir merkezine kadar gelen barajın halkın sağlığı ve kentin iklimi üzerinde olumsuz etkilerinden bahsederek konuya giriyor. Dersimliler 1938 Dersim Katliamı’na sözü getirerek “bizi o zaman yok edemediler, şimdi barajlarla toprağımızı ve suyumuzu öldürerek, hepimizi ortadan kaldıracaklar” diyor. Cizreli kampçılar ise konuyu güvenlik barajlarına getiriyor. Zira Şırnak’ın genelinde onbir baraj sadece PKK militanlarının mobilizasyonunu kısıtlamak için kurulmakta. Söz alıp konuşan her Cizreli barajın nerede yapılacağına ilk önce komutanların karar verdiğine dikkat çekiyor. Planlama aşamasındaki iki güvenlik barajının Roboski’yi sulara gömecek olmasını, bir kültür yıkımı ve devletin Roboski katliamını suyla örterek saklama çabası olarak yorumluyor.
Katılımcıların kendi toprak ve insanlarına dokunan bu projeleri anlatmalarının ardından, Cizreli bir başka genç katılımcı söz alıyor. 80’li ve 90’lı yıllarda köyleri yakıp yıkarak göçe zorlamakta bir sakınca görmeyen devletin, 2000’lerde aynı zihniyeti neo-liberal bir makyajla devam ettirdiğini söyleyerek ekliyor: “devlet her durumda kazanıyor; hem barajı yapıyor, hem de göç edenleri ucuz işgücü olarak kullanıyor”.
“Ilısu Barajı söylentisinin gölgesinde koca bir elli yıl geçti”
Toplantının sonuna doğru Hasankeyf’i doğrudan ilgilendiren ve Hasankeyf’te gerçekleştirilen bir toplantıya yerli halkın neden katılmadığı sorusu gündeme geliyor. Gençlerden biri elini kaldırarak itiraz ediyor: “Ben Hasankeyfliyim ve buradayım”. “Ilısu Barajı söylentisinin gölgesinde koca bir elli yıl geçti” diyerek devam eden genç, Hasankeyflilerin toplantıya katılmamasını bu yarım asırlık belirsizliğin kanıksanarak insanların tepkisizleşmesine ve kentteki üç beş büyük toprak sahibinin Hasankeyf’i yeterince sahiplenmemesine bağlıyor. Barajın yapılmakta olduğu Ilısu köyünden gelen bir başka katılımcı ise kendi köylerindeki büyük toprak sahiplerinin köylerine sahip çıkmak için mücadele vermesine rağmen sonucun değişmediğini belirtiyor.
Peki Hasankeyf’i nasıl yaşatabiliriz?
Ertesi günün toplantısında ise doğrudan ve dolaylı yaklaşık 100 bin insanın hayatını olumsuz olarak etkileyecek Ilısu Barajı’nı durdurmak için neler yapılabileceği tartışılıyor. Türkiye’de elektrik iletimi sırasında meydana gelen kayıp ve kaçakların küçük bir kısmının bile engellenmesi durumunda barajın üreteceği elektriğin sağlanacağı bilinen bir gerçek. Buna rağmen devlet 12 bin yıllık kesintisiz tarihe sahip bir kenti sular altında bırakmakta sakınca görmüyor. Herkes Hasankeyf’i yaşatmak için bir öneride bulunuyor. Birbirinden farklı gibi görünen fikirlerin ortak paydası Ilısu Barajı’nın kalkınma değil, doğa ve kültür yıkımı getireceğinin geniş kitleye anlatılması gerektiği. Bir gönüllüler ağı oluşturmanın gerekliliğini belirtiliyor. Ancak Türkiye’nin dört bir yanında olacak gönüllülerle bu ulusal ölçekli projeye karşı bir güç oluşturalabileceği sonucuna varılıyor. Gönüllüler bundan böyle yaşadıkları yerlerde hem Ilısu Barajı’nı, hem de kendilerini doğrudan ilgilendiren projeleri protesto edecek ve Türkiye’nin gündeminden düşürmeyecek eylem fikirlerini paylaşıp koordine etmenin yollarını arayacaklar.
Uzun yıllar önce kaybettiği kardeşini bulmuş gibi sohbetler
Güzel dostluklar oluşuyor kısa zaman içinde. Sanki uzun yıllar önce kaybettiği kardeşini yeni bulmuş gibi yarım kaldığı yerden devam ediyor sohbetler. Uzayan vedalaşmalar, sarılmalar, birbirine e-mail ve telefon vermeler devam ederken, akşam çöküyor. Kentin sarp kayalıkları sarıdan turuncuya dönüyor. İran ve Irak’tan gelen dostlarımız da ayrılıyor. Önlerinde onlarca saat sürecek otobüs yolculukları var. Bir an önce yola çıkmaları gerek. Kamp çadırları toparlanırken ben de Dicle’nin kuytu bir köşesine doğru yürüyorum. Bir gece daha kalacağım Hasankeyf’te çünkü doyamadım.
Su yolunu buluyor
Dolunay kayaların arkasından yükseliyor. Dicle Basra Körfezi’ne doğru kilitlenmiş hiç durmadan akıyor. Su yolunu buluyor. Önüne barajlar ve HES’ler dikseler de, kanallarla yönünü değiştirseler de o bir şekilde yolunu buluyor. Umutsuzluğa diyar olmuş Hasankeyf’te, inadına akan Dicle bana umut oluyor. Dört gündür Mezopotamya ve Anadolu’nun insanlarıyla bir araya gelip, oluşturmaya çalıştığımız yeni bir direniş dilinin vücuda gelişi gibi bu nehir. Koca devletlerin sınırlarından geçerken bir an bile duraksamıyor. Çünkü o kendi dışında bir sınır tanımıyor.
Dr. Akgün İlhan, Özgür Gündem, 10 Ekim 2012