Halkların yaşam mücadelesini anlatan bir film: Akıntıya Karşı

Kaynak: Birgün, 24 Mart 2012
Türkiye’nin dört bir yanında doğayı katleden, insanların hayatını zorla değiştiren binlerce HES inşaatı aralıksız devam ediyor. Ancak şehirdeki insanların büyük bir kısmı durumdan habersiz veya sermaye propagandasının etkisiyle HES’lerin gerekli ve faydalı yatırımlar olduğunu düşünüyor. Bu propagandanın karşısında, insanlara HES bölgelerindeki halkların yaşadığını göstermek isteyen Akıntıya Karşı, IF’teki gösteriminin ardından dikkatleri üzerine çekti. Belgeseli çekenler ise 4 öğrenci: Özlem Işıl (Mimar Sinan – Sosyoloji Yüksek Lisans), Volkan Işıl (9 Eylül – Film Tasarımı ve Yazarlık), Ezgi Akyol (ODTÜ – Siyaset Bilimi Yüksek Lisans) ve Umut Kocagöz (Boğaziçi – Felsefe).

Filmi okullarının yoğunluğuna rağmen büyük bir özveriyle, sıfır bütçeyle, sadece burslarını kullanarak çekmişler. Tek harcamaları ulaşım ve yiyecek olmuş. Ancak misafirperver bölge halkı çoğu zaman onları sofralarına davet ettiği, yatacak yer verdiği için bu konuda çok sıkıntı çekmemişler. Diğer zamanlarda ise çadırda kalmışlar. Belgesel sürecini ve HES karşıyı mücadeleyi Umut Kocagöz ve Özlem Işıl’a sorduk:

 

>> Akıntıya Karşı’yı çekme fikri nasıl ortaya çıktı? Daha önce hiç belgesel veya film çekme deneyiminiz olmuş muydu?

Umut: Ben daha önce hiç Karadeniz’i görmemiştim, gidip görmek istiyordum. 2010 yazında giderken Volkan “Ben de geleyim, belgesel çekerim” diyerek bize katıldı. Gider gitmez tahribatla yüzleştik, gezimizin ikinci gününde, Senoz’da. Toplam 20 gün boyunca farklı HES vadilerini gezdik ve çekim yaptık. Röportaj yaptığımız kimseyi önceden tanımıyorduk, sadece iletişime geçebileceğimiz birkaç isim vardı elimizde. Yola çıkarken bir belgesel ekibi olarak çıkmamıştık, ama yolda o hale geldik.

Özlem: Tamamıyla amatör bir ekibiz, aramızdan bir tek Volkan’ın okul için hazırladığı kısa bir belgesel vardı. Bir yol hikâyesinin filme dönüşmesiyle çıktı Akıntıya Karşı. Sadece bir el kamerası bir de tripod ile çektik hepsini.

 

>> 2010 yazından sonra nasıl ilerlediniz?

Umut: Döndüğümüzde elimizde 14 saatlik görüntü vardı. İnternetten kurgu yapmayı öğrendim ve bilgisayarda saatlerce uğraşarak filmin kurgusunu yaptık. Sinema hocamız Can Candan bize çok önemli tavsiyeler verdi bu sırada, odasına her gittiğimizde sayfalarca notla çıkıyorduk.

Özlem: Döndükten sonra bir ara fırsat bularak Loç Vadisi’ne giderek orada çekim yaptım. Bir yıl sonra, 2011 yazında tekrardan gittik Karadeniz’e. Bu sefer elimizdeki görüntüleri de yanımızda götürdük. Çay alım merkezlerinde, köy meydanlarında gösterim yaptık ve halktan geri dönüşler aldık. Herkes çok sıcak tepkiler verdi, güzel öneriler verdiler bize ve o önerilere göre biraz daha çekim yaptık. “Biz bir daha gelmeyeceğinizi düşünmüştük” diyenler oldu, ama biz halka “Biz belgesel çekiyoruz” dedikten sonra onun sorumluluğunu üzerimizde hissettik ve filmi bitirmek için elimizden gelen her şeyi yaptık.

Umut: Karadeniz dışındaki ilk gösterimimizi de Eylül 2011’de Karaburun Bilim Kongresi’nde yaptık. Ardından Diyarbakır’da Mezapotomya Sosyal Forumu’nda bir gösterim oldu. Sonra da IF’e başvurduk ve sürpriz bir şekilde kabul edildik, bu bizim de motivasyonumuzu arttırdı.

 

>> Daha önce HES konusunda çekilmiş çok belgesel var mı? Onlara benzeme ihtimali sizi endişelendirdi mi?

Umut: Bu meseleye dair Türkiye’de çekilmiş bildiğimiz 8-9 belgesel var. Hepsini izledik, inceledik. O belgesellerin çoğu kendi yorumunu katıyor, işledikleri alanlar ve politik söylemleri farklı. Bu alanda çekilmiş belgesellere baktığımızda birbirlerinin boşluklarını doldurduklarını görüyoruz. Türkiye’nin her bölgesinde binlerce HES projesi olduğu için her belgeselde genellikle farklı mücadeleler anlatılıyor.

Özlem: Zaman zaman diğer belgesellere benzemesinden çekindiğimiz oldu ama çok da bu konuya takılmadık. Çünkü mesele çok sıcak, hâlâ bu konuda bir sürü gelişme oluyor ve HES mağduru insanların seslerinin ne olursa olsun duyulması gerektiğini düşünüyoruz. Bu alanda ne kadar çok üretim yapılırsa o kadar iyidir.

 

>> Karadeniz’in farklı bölgelerinde insanlarla konuşma fırsatınız oldu. Genel olarak bakınca bölgedeki halk ne kadar bilinçli bu konuda, ne kadar ilgili?

Özlem: Devletle karşı karşıya gelme deneyimi çok uzun zamana yayılmış halklar değil Karadeniz halkları. Ciddi anlamda asimilasyona uğramış, dilini unutmuş halklardan bahsediyoruz. Mücadele ve bilinç vadiden vadiye değişiyor. Bazı yerlerde sadece 20-30 kişi karşı çıkarken, Fındıklı gibi yerlerde 7’den 70’e herkes mücadelenin içinde. Fındıklı’daki mücadeleyi gördükten sonra, insanların oraya halkı bilinçlendirmeye değil halktan mücadeleyi öğrenmeye ve bilinçlenmeye gitmesi lazım diye düşünüyorum.

Umut: Bizim odaklandığımız mesele HES olsa da orada iç içe geçmiş birçok sorun var. Çay ve fındık fiyatları, zorunlu göç, asimilasyon ve daha birçok sorun. HES’le ilgisi olmayan bir köylü bile ürettiği çayın ihtiyacı olan suyun HES tarafından engellendiği için bu konuyu öğrenmek zorunda kalıyor.

Özlem: Bölgede işsizlik büyük bir sorun. HES karşıtı mücadelenin yüksek olduğu yerlerde şirketler politika olarak oranın halkına iş sözü veriyor, birkaç tanesini işe alıyor. Ardından onları araç kredisi gibi kredilerle borçlandırarak çalışmak zorunda bırakıyorlar. Böylece halkın direncini kırmak istiyorlar. İşe giren insanların bazıları da HES karşıtı, ancak paraya ihtiyacı oldukları için çalışmak zorunda kalıyorlar. Çekimimiz sırasında da HES karşıtı HES çalışanları bize yardımcı oldular.

 

>> Sadece HES inşaatıyla enerji üretmekten öte bölgede büyük bir neo-liberal dönüşüm yaşanıyor yani.

Umut: Evet, bu yaşananlar tek başına bir HES projesinden daha fazla. Yaylaları otoyolla birbirine bağlamak, suyu ticarileştirmek gibi birçok uygulamayla oradaki insanları neo-liberal sistemin kontrolü altına almaya çalışıyor. Borçka’da halkın dereden aldığı suya bile devlet sayaç takmaya uğraşıyor. Yanlış HES projeleri yüzünden bölgede seller oluyor. Ancak anaakım medya bunu bize doğal afet olarak duyuruyor.

Özlem: Devlet bölgede birçok yerin tapusunu bu şirketlere vererek şirketlerin halkı dem su kullanımıyla, hem de hayvan otlatmak için para isteyerek sömürmesine yol açıyor. Dünyanın birçok yerinde çatıdan akan suların bile toplanmasının yasaklandığına şahit olduk. Karadeniz’de halk kendi ihtiyaçlarını gidermek için nehirlere değirmen benzeri “mini-santraller” kurarak buradan elektrik elde eder, aydınlatmasını sağlardı. Ama artık neo-liberal sistem su gibi hayati bir kaynağı ele geçirerek onu satın almak zorunda kalacak halk üzerinden para kazanmayı hedefliyor.

 

HES KARŞITIYSAN VATAN HAİNİSİN!

 

>> Bölgede yasal mücadeleler, mahkeme süreci nasıl ilerliyor?

Özlem: Halk dava açıyor HES’lere karşı, bunların çoğunda yürütmeyi durdurma kararı çıkıyor. Ancak mahkemenin kararına rağmen inşaatlar bir şekilde devam ediyor. Ya yeni bir lisans veriliyor, ya da yasalar değiştiriliyor. Ayrıca yürütmeyi durdurma kararı veren hâkimlerin yerleri de değiştiriliyor. Erzurum Tortum’da HES’e karşı mücadele eden bir kadına dava açıldı, para cezası ve konuşmama cezası verildi. HES karşıtı mücadele “vatan haini” ilan ediliyor. O zaman yürütmeyi durdurma kararı veren mahkemeler de mi vatan haini?

Umut: Metin Lokumcu’nun öldürülmesinden hemen önce İkizdere Vadisi SİT alanı ilan edilmişti. Bu yargının hükümete yaptığı bir uyarıydı. Ancak bugün İkizdere Vadisi’nde iki HES projesi var. Dahası halkın dava açmak için para ödemesini emreden bir yasamız var artık, bölgedeki halk dava açmak için büyük paralar ödeyemeyecek. Zaten inşaat şirketleri “Bugün bunlar SİT alanı ilan edilmiş olabilir, ama seçimlerden sonra görüşeceğiz” demişti mücadele eden halka. Seçimlerin ardından birçok yasanın değiştiğini veya tasarı halinde beklediğini gördük. Bu durum da sermaye ve hükümetin ne kadar önceden planlı bir şekilde doğa katliamına imza attığını gösteriyor. Sermaye ve şirketin birbirlerini her zaman koruduğu bilinen bir şey, ama HES şirketlerinin araçlarının jandarma tarafından korunması bunun ardın açıkça yapıldığı anlamına geliyor.

 

>> Filmde Loç Vadisi’nde şirket temsilcilerinin masa açıp halkla tartıştığını görüyoruz. Böyle tartışmalar sık sık oluyor mu? Halk karşısında görüşebilecek biri bulabiliyor mu?

Özlem: Şirketler köylere gidip halka Çevre Etki Değerlendirmesi’ne (ÇED) dair bir sunum yapmak zorunda. Ama genelde şirketler bir muhtar ayarlayarak bu aşamayı kâğıt üzerinde atlatıyorlar. Halk ise genellikle muhatap bulamıyor. Ancak denetime gelen şirket yetkililerini bulurlarsa konuşabiliyorlar. Şirketler “bana tapu verildi, burası benim arazim bir sorunun varsa git devletle muhatap ol” diyor genellikle.

 

>> Mücadelede kadınların daha aktif olmasının nedeni nedir?

Özlem: Suya ulaşımın zorlaştığı yerlerde kadınların iş yükü daha çok artıyor. Daha çok emek harcamak zorunda kalıyorlar. Bu yüzden kadınlar erkeklere göre çok daha keskin. Erkekler müzakere etme fikrine kapılsalar bile kadınlar hayır dedikten sonra geri dönüşleri olmuyor.

 

>> Belgeseli izleyen şehirli insanlar HES’lere karşı nasıl bir mücadele verebilirler?

Umut: Büyük resme baktığımızda bunun neo-liberalizmin etkisi olduğunu görüyoruz. Gala gösteriminden sonra insanlar bize “Duygulandık ve öfkelendik, bunlara karşı ne yapabiliriz?” diye sordular. Filmi şu anda büyük şehirlerde yaşayan insanlar izliyor ve aynı ülkenin sınırları içinde olmalarına rağmen hiç alakaları olmayan bir süreci görüyorlar. Oysa kırsal kesimlerde halklar neo-liberalizmin HES yüzünü görürken şehirlerde yaşayanlar başka yüzlerini görüyor: Öğrenciysen eğitim sisteminde ve üniversitelerde, 25 yaşın üstünde ve işsizsen Genel Sağlık Sigortası primlerini cebinden ödemek zorunda bırakıldığında sağlık sisteminde, kentsel dönüşüm projelerinde ve daha birçok alanda karşılaştığımız mağduriyetlerin nedenidir neo-liberalizm. O yüzden şehirdekilerin neo-liberalizme karşı vereceği mücadele bir bakıma HES’lere karşı vereceği mücadele de oluyor. Eğer neo-liberalizmi alt edebilirsek kırsal kesimlerde bu şekilde HES projeleri de yapılmaz. Bu yüzden şehirdekilere önerimiz örgütlenerek mücadele vermeleri. HES bölgelerindeki insanların öz örgütlenmeleri çok etkin bir model.

 

Karadeniz’de bir DEV-YOL geleneği var

 

>> Bölgede siyasal partiler ve örgütler ne kadar aktif? Direnişlerle dayanışma içinde olan yapılar hangileri? Sol partiler ne kadar etkin?

Özlem: İlginç bir şekilde siyasal parti örgütleri mücadelenin çok içinde değil. Siyasal partiler programlı bir şekilde bu konuya eğilmiyor. Sol partilerin varlığını hissedememek üzücü. Partilerin oradaki varlığı ancak bölgedeki temsilcilerinin bireysel çabaları olabiliyor. Bu çabalar neticesinde bir mücadelenin içinde AKP ve MHP örgütlerinden insanları da görebiliyoruz. Örneğin Tortum’daki belediye başkanı AKP’liydi, HES sürecinden sonra istifa ederek ekibiyle birlikte CHP’ye geçti. Yeşiller Partisiyle ise hiç karşılaşmadık.

Umut: Eğer soldan bahsedeceksek Karadeniz’de belli bir Dev-Yol geleneği var. ÖDP ve Halkevleri buralarda daha güçlü. İnsanlar Derelerin Kardeşliği Platformu altında da örgütleniyor. HES karşıtı mücadele TEKEL mücadelesine de benziyor. Bu konuda çekilmiş belgesellerde AKP’li bir adamın “Bizi burada zorla komünist yaptınız” diye isyan ettiğini görmüştük. Böyle şeyleri Karadeniz’de de gördük, çünkü bu doğrudan yaşam alanına yapılan müdahaleye karşı yapılan bio-politik bir mücadele. Bu süreci örgütlerken maalesef solun kendi içindeki problemlerin mücadelenin önüne geçme tehlikesi var. Solun yüzlerce kat daha hassas davranarak ciddi bir tarihsel sorumlulukla yaklaşması gerekiyor bu mücadeleye. Buradan çok büyük bir halk hareketi, sınıf mücadelesi ortaya çıkabilir.

 

Belgeselin kayıp sahnesi

 

>> Belgesel çekimleri sırasında jandarmanın halka saldırdığı bir sahneyi çektiğiniz için jandarma kasetlerinize el koyup görüntüleri silmiş. Jandarmanın böyle bir hakkı var mı?

Özlem: Elimizden kamerayı alıp silmek gibi bir hakları yoktu. Bir yandan güvenlik görevlileri çekim yapıyor, bir yandan jandarma kendisi çekim yapıyor, bizim de çekim yapmaya hakkımız vardı. Kendi görüntülerini kullanarak insanları etiketliyorlar. Bizim kameramızı almalarının nedeni ise jandarmanın kadınları gözaltına almaya çalışması ve bizim çıkan arbedeyi çekmemizdi. Kadınların gözaltına alınmasını engellemek için çıkan arbedenin sonucunda bir adamı gözaltına almak istediler, jandarma aracına bindirdiler. Ancak kadınlar arabadan adamı geri çıkarttı.

Umut: Bu olayın yaşandığı Loç Vadisi daha önce siyasal nedenlerle devletle hiç karşı karşıya gelmemiş bir bölge. Milliyetçilik oldukça yüksek seviyede. Eğer jandarmanın yaptığını halka gösterebilseydik büyük bir olay olurdu, halkın devlete bakışını etkilerdi, bu yüzden elimizdeki görüntülerden korktular.

Özlem: Buna rağmen insanların düşüncelerinde kırılmalar olmaya başladı. O gün gözaltına almaya çalıştıkları adamın oğlu jandarmaya “Ben bugüne kadar hep sizi örnek aldım, devletin istemediği hiçbir şey yapmadım ama siz bugün annemi tartaklayıp babamı gözaltına alıyorsunuz. Artık benim gözümde bir değeriniz yok” diye isyan etti.

Halkın büyük bir kısmı “Biz daha önce haberlerde sokaktaki eylemcileri gördüğümüzde ‘nedir devletle alıp veremediğiniz’ diye düşünürdük. Oysa bugün devletin herkese ne gibi sorunlar yaratabileceğini gördük” diye düşünüyor. Kendilerini destekleyenlerin sadece sol gruplar olduğunu fark ettiler. Kendi oy verdikleri partilerin desteklerini bulamadılar.