Su Hakkı Kampanyası’nın “Kâr İçin Değil, Yaşam İçin Su” paneli, 17 Mart Cumartesi günü Taxim Hill Hotel’de yapıldı. Erkin Erdoğan’ın moderatörlüğündeki “6.Dünya Su Forumu’nun Ardından- Suyun Uluslararası Çapta Özelleştirilmesi ve karşı mücadeleler” başlıklı ilk oturumda konuşan Akgün İlhan, Marsilya’daki aktivitelere, nehri temsil eden mavi kumaşlar önüne kurulan barajları yıkan bir eylemle başladıklarını söyledi. “Dünya Su Konseyi, devletlerin ve şirketlerin bir arada olduğu, sudan kâr edebilmek için oluşturulan bir zemin. Su kaynakları ve yaşam kaynakları devlet ve şirketlerin hegemonyası altında. Buna ihtiyaç duyanlar ise suya ulaşamıyor. 1997 yılından beri gerçekleştirilen Dünya Su Forumu’na karşı ilk alternatif forum 2006 yılına Meksika’da, ikinci alternatif forum 2009’da İstanbul’da yapıldı.” diye konuştu. Marsilya’da devletlerin ve şirketlerin değil, halkın katıldığı Alternatif Dünya Su Forumu’nun ana temaları çerçevesinde suyun bir insan hakkı olarak tanınması, kamu özel işbirliğinin karşısına kamu-kamu işbirliklerinin konulması, yerel yönetimlerin güçlenmesi stratejileri, çevre ihtilafları ve barajlara karşı yerel mücadeleler gibi başlıklar ele alındı. Alternatif Forum’da toplamda 52 toplantı yapıldı. Su ve gıda güvencesi, tarım politikaları, dünya bankasının su stratejilerini açığa çıkarma ve karşı mücadeleler önemli toplantı başlıklarındandı. Merkeziyetçi olmayan, yerel işbirlikleri, su çevrimi, insanlık mirası olarak su, ekosistemin hakları, suyun doğrudan halkçı yönetimini etkin hale getirme, vatandaşlar için su, su ve suç, endüstriyel faaliyetlerde su kullanımı, yaşamın ve gezegenin ticari metaya çevrilmesi, küresel iklim değişikliği bağlamında su ve toprağın adil bölüşümü gibi konularda da toplantılar yapıldı.
Serhat Resul ise, BM bünyesinde düzenlenen su forumunun şu anda suyun metalaştırılmasına yönelik bir işlevi olduğunu, bu yüzden de alternatif forumların oluştunun altını çizdi. 2009 yılında yapılan resmi forumun sonuç deklarasyonun bazı devletler tarafından imzalanmaması ve alternif bir deklerasyon imzalanmasıyla bir ayrışma yaşandını belirten Resul, “alternatif forumların yapılmış olması dünya su forumunun gerçek yüzünü açığa çıkardı. Geçen yıl İtalya’da suyun kamusal alanda kalmasını sağlayan referandum İtalya su hareketini güçlendirdi. Şimdi su hareketleri bundan sonra nasıl ilerlenmesi gerektiğini tartışıyor. Alternatif foruma dört binden fazla kişi katıldı, gençlerin katılımı fazlaydı ve bu katılım oranı resmi forumdan daha fazlaydı.” dedi. Resmin forumun 3 milyon euro bütçesi olduğunu, günlük katılım bedelinin 250 euro, haftalık katılım ücretinin ise 700 euro olduğunu söyleyen Resul, “Buna rağmen alternatif forumlar küçük bütçelerle etkili işler yapılıyor. Resmi forum, tüm bu parayı harcamasına rağmen çok sönük geçti. Bundan sonra resmi forumun yapılıp yapılmaması gündeme gelebilir. Dünya su forumu gittikçe meşrutiyetini yitiriyor.” diyerek sözlerini tamamladı.
Doğa Derneği adına Alternatif Dünya Su Forumu’na katılan Dicle Tuğba Kılıç, resmi forumda STK’ların katılımlarının neredeyse sıfır düzeydeyinde olduğunu, devlet görevlilerinin suyu ne kadar iyi yönettiklerini birbirlerine anlattıklarını ifade etti. Dünya Su Forumu’nun temel işlevinin “suyun özelleştirilmesinde sorunlar yaşanıyor mu, şirket ve özel şirketlerin işbirliğinde aksaklıklar var mı, varsa bunların giderilmesi üzerine ne yapılması gerektiği” gibi konulardaki görüşmeler olduğunu söyleyen Kılıç, “şirket egemenliğinin yeni argümanı olarak ‘yeşil ekonomi’ ortaya atılıyor. Her bir derenin, her bir doğal kaynağın korunabilmesinin tek yolunun bir değeri olması gerektiği üzerinden bir yeşil ekonomi yaratılmaya çalışılıyor.” diyerek söylerini tamamladı.
“Yerel Yönetimler ve Katılımcı Su Politikaları” başlıklı ikinci oturum, Su Hakkı Kampanyası’ndan Nuran Yüce’nin kısa sunumuyla başladı. Toplantının Suyun özelleştirilmesi dört temel alanda sürdürülüyor. Hidro yapılardaki özelleştirmeler bunun en önemli örneği. Çok sayıdaki HES projesi bunun bir parçası ve bunlara karşı mücadeleler sürüyor. Kapaklar kapana, sular tutula. 42 işçi geçtiğimiz ay baraj ve HES yapımlarında öldü. Kimse sorumluluk almadı. Sulama tesislerinde özelleştirmeler yürütülüyor. Bunun sonucunda su paralarını ödeyemeyen tarımcıların suları kesiliyor. Ambalajlı su sektörü büyük bir hızla yükseliyor. Çeşme suyunun 300, 500 katı gibi ücretler ödemek sorunda bırakılıyoruz. Yerel yönetimler su yönetiminde kendi başlarına bırakılıyor. Bunun sonucunda uluslar arası şirketler kredi vb mekanizmalarla şebeke suları üzerinde hâkimiyet kuruyor.
İlk olarak söz alan Osman Özgüven, Dikili’deki su politikalarını ele aldı. 2006’da suyu ücretsiz olarak vermeyi planladıklarını, ancak yeterli su elde edememe sorunuyla karşılaştıklarını, bu nedenle öncelikle suda nasıl tasarruf edebileceklerini değerlendirdiklerini söyledi. Bunun sonucunda ilk olarak 10 ton suyu halka bedava vermeye başladıklarını, kamu kurumlarının mal ve hizmetleri en az yüzde 10 kârla satma zorunluluğu getiren kanun maddesinden dolayı, iki yıl süren bir yargılanma süreci yaşadıklarını belirtti. Bu davadan beraat eden Dikili Belediye Başkanı Özgüven, kontörlü sayaç gibi uygulamalarla suyun ticarileştirilmeye çalışıldığına vurgu yaptı. “Suyun bir yaşam hakkı olduğunu düşünüyorsak, suya ulaşımı bedava yapmalıyız ve suyu tüm canlıların hakkı olarak görmeliyiz.” diye konuşan Özgüven, yargılanmalarının arka planındaki sebebin, Dikili’nin diğer belediyelere örnek teşkil etmemesi olduğunu ifade etti.
Sur Belediye Başkanı Yardımcısı Mehmet Ali Altınbaş, Diyarbakır Sur Belediyesi’nin örnek teşkil eden yerel demokrasi uygulamalarından bahsetti. Ekonomik kaynakların sıkıntısını da dile getiren Altınbaş, Sur Belediyesi’nde Robin Hood modelini uygulamaya çalıştıklarını, yani yüksek gelirli vatandaşlardan daha çok vergi toplamaya çalıştıklarını ifade etti. Çok dilli belediyecilik anlayışının, yani hizmet alanlara kendi dillerinde ulaşma yaklaşımının da kendileri açısından önemli ve örnek teşkil eden bir uygulama olduğunu belirten Altınbaş, katılımcı uygulamaları geliştirmeye çalıştıklarını, “çalışan meclisleri” ve “işyeri yürütmeleri” ile belediye yönetiminde aşağıdan yukarı bir modeli oturtmaya çalıştıklarını söyledi. Yerel yönetimlerin kendi kaynaklarından yararlanamadıkları bir ortamda, suyun yönetiminin de ister istemez Ankara’ya kalacağını ve antidemokratik yanlar taşıyacağını ifade etti.
“Suya erişim hakkı için demokratik ve katılımcı su yönetimi” başlıklı bir sunuş yapan EDP İzmir İl Başkanı Arif Ali Cangı, öncelikle İzmir’de termik santrallere karşı yürüttükleri mücadeleden ve 6 Mayıs’ta yapacakları eylemden bahsederek konuşmasına başladı. Türkiye’de su hakkını ifade eden bir yasal düzenlemenin olmaması nedeniyle, bu konuyla ilgili mücadelelerde BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne atıf yaptıklarını, buna göre yaşam standardı hakkı ve sağlık hakkı tanımlarından hareketle, 15 nolu Su Hakkı yorumunun yapıldığının altını çizdi. Diğer hakların ön koşulunun suya erişim hakkıyla mümkün olabileceğinden hareketle su hakkı çerçevesinin uluslararası hukukta belirlendiğini söyleyen Cangı, ücretsiz ya da düşük maliyetli su temini gibi uygulamaların bu temelde bir hukuksal zemini olduğunu ifade etti. BM Genel Kurulu’nun 28 Temmuz 2008 tarihli su hakkı kararına ve Türkiye’nin bu noktadaki çekimser pozisyonuna da dikkat çeken Cangı, Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere uyma zorunluluğunun yargı kararlarında yeterince dikkate alınmadığını, 4736 sayılı kanun gibi, belediyeleri ticarethane, yurttaşları müşteri olarak gören düzenlemeler yer aldığını belirtti. Cangı “Dikili Belediyesi’nin 10 tona kadar suyu bedava verme uygulaması örnek teşkil ediyor. Yüzde 10 kârlılık zorunluluğu bugüne kadar çok tartışıldı. 26 Ocak 2012’de bu madde Anayasa Mahkemesi’nin gündemine geldi ve ‘yüzde 10’dan aşağı olmayacak nispetinde’ bölümü yasa maddesinden kaldırıldı. Su faturalarında ‘temsil giderleri’, KDV, ÇTV, KAV gibi suyla bağlantılı olmayan giderler tahsil edilerek faturalar şişiriliyor. Su demokrasisi terimini tartışmaya başlamamız gerekiyor. Doğayla uyumlu bir toplum, siyaset ve hukuk yaratmak zorundayız.” diyerek sözlerini tamamladı.
Toplantıya Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği adına katılan Erdal Balsak, GAP bölgesindeki tarım ve sulama sorunları üzerinde durdu. GAP projesinin muğlâk bir tanıma sahip olduğunu belirten Balsak, su kaynaklarının yüzde 72’sinin tarımda kullanıldığını, dolayısıyla tarım politikalarının su tüketimine büyük bir etkisi olduğunu belirtti. GAP projesinde 51 baraj, 19 HES planlandığını, HES’lerin inşaatı tamamlanmak üzere olmasına rağmen, sulama barajlarının çoğunun bitirilmediğini söyleyen Balsak, “Türkiye’nin yaklaşımı GAP bölgesine yaklaşımı ucuz iş gücü ve bu bölgedeki su hegemonyasını sağlama üzerinden şekillenmektedir” dedi.
Toplantı soru ve yorumların ardından sona erdi.
Etkinlik fotoğrafları: