Kaynak: Pelin Cengiz, Taraf, 6 Nisan
Türkiye’nin ateşten gömlek güncel politiğini tartışmanın kısırdöngüsü dur durak bulacak gibi değil, görünen o ki kısa sürede de bundan çıkış yok. Üçlü seçim etabının ilk ayağını da tamamladığımıza göre, artık bu köşenin ana gündem konularından biri olan ekoloji meselesine geri dönmenin ve gezegeni bekleyen felaketler silsilesi gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmenin tam zamanı.
Hatırlanacağı üzere, BM himayesindeki IPCC’nin (Intergovernmental Panel on Climate Change – Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) 5. Değerlendirme Raporu’nun ilk bölümü geçen sonbaharda açıklanmıştı. İlk bölüm, gayet açık şekilde hükümetlere, “İklim değişikliği vardır, her geçen gün etkilerini daha fazla gösteren iklim değişikliği insan kaynaklıdır, sera gazlarını sorumsuzca atmosfere salmaya devam ettiğimiz sürece iklim, dünyayı insanların yaşamasını zorlaştıracak biçimde değişecektir” mesajı veriyordu.
Raporun, geçen hafta Japonya’da açıklanan ikinci bölümü ise bize iklim değişikliğinin ağır, geniş çaplı ve geri dönüşü imkânsız bir noktaya ulaşmak üzere olduğunu gösteriyor. Yani anlayacağınız raporda çok fazla kötü haber var. Bu bölümde, Afrika, Asya, Avrupa, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Küçük Adalar, Avustralya ve Yeni Zelanda olmak yedi bölgede iklim değişikliğinin etkileri farklı kategorilerde incelenmiş, riskler ve adaptasyon süreçlerinde neler yapılması gerektiği ortaya konmuş.
Bu noktada, IPCC’nin 2600 sayfalık raporunu 800’den fazla bilim insanının 12 bin bilimsel çalışmayı inceleyerek hazırladığını da söylemek de fayda var, çünkü bu aynı zamanda bilimin farklı alanlarının geniş bir mutabakatıyla iklim değişikliğinin kanıtlandığına işaret ediyor.
Her şeyden önce küresel ısınmanın iki derece yerine dört derece olması hâlinde yaşanacak felaketlerin yaratacağı zarar çok ağır olacak. Ancak, alınacak her tedbirin de gelecekteki ekonomik zararları daha aza indireceğine vurgu yapılıyor. Küresel ısınmanın dünya ekonomisine maliyeti ise alınan önlemlere bağlı olarak dünya gayrisafi hâsılasının yüzde 0,2 ile yüzde 2’si arasında olacak. Bu durumda Batı ülkeleri artık büyüyemeyecek, gelişmekte olan ülkelerin büyüme oranı çok düşecek. Yine önlem alınmadığı takdirde, tarımda verimlilik 2050’ye kadar her 10 yılda yüzde 2 düşerken, buna mukabil dünyanın gıda talebi aynı periyotta yüzde 14 artacak.
Türkiye’nin de içinde yer aldığı Avrupa’ya yönelik en büyük risk uyarıları su taşkınları, aşırı sıcaklıklarla, su kıtlığı ve bunları yaratacağı ekonomik kayıplar şeklinde özetlenmiş. Herhangi bir adaptasyon sağlanmazsa, 2080’e kadar her yıl AB ülkelerindeki en az 775 bin en fazla 5,5 milyon insan denizlerin yükselmesiyle kıyılarda oluşacak su baskınları nedeniyle etkilenecek. En fazla Atlantik, Kuzey ve Güney Avrupa bölgeleri bu durumdan zarar görecek. Denizlerdeki yükselme konusunda herhangi bir adaptasyon çalışması yapılmazsa AB, bunun sonucu olarak her yıl 17 milyar euroluk maliyetle karşı karşıya kalacak, en yüksek zararıHollanda, Almanya, Fransa, Belçika, Danimarka, İspanya ve İtalya görecek.
Türkiye’de denizlerin bir metre yükselmesi hâlinde üç milyondan fazla insan bundan etkilenecek, bu su taşkınlarının maliyeti 12 milyar doları bulacak. Bu açıdan Türkiye’nin denize dolgu yapma fikrini bir kez daha gözden geçirmesinde fayda var. Öte yandan, Avrupa’da 2100’e kadar kaybedilecek orman arazisinin Avrupa’ya maliyeti yüzlerce milyar euro olacak. Özellikle Güney Avrupa’da iklim değişikliğinin sebep olduğu aşırı hava olaylarıyla ve ani rüzgârlarla kırsal alan yangınları artacak, bunun en büyük etkileri Fransa, İtalya, Yunanistan,Portekiz, İspanya ve Türkiye’de görülecek.
Özetle dünyayı giderek daha kirli, daha yoksul, gıda ve su kıtlığının arttığı, sağlık sorunlarının çoğaldığı, ülkelerarası yeni çatışmaların ortaya çıktığı bir dönem bekliyor. İklim değişikliğinden kimse muaf değil, üstelik insanlık bu kötüye gidişe el birliğiyle dur demedikçe iklim değişikliğinden kaçış yok. Dolayısıyla kabul etmesi güç gelebilir ancak,dünyanın aslında bir çevre sorunu yok, kelimenin tam anlamıyla gerçek bir insan sorunu var.