Birleşmiş Milletler her 22 Mart Dünya Su Günü’nde olduğu gibi bu yıl da bir Dünya Su Kalkınma Raporu hazırladı. Bu yılın teması olan atıksu başlığı ile yayınlanan rapora göre dünya genelinde kullanılan suların %80’i hatta bazı ülkelerde %95’i arıtılmadan doğaya bırakılıyor. Bu durum özellikle Afrika, Latin Amerika ve Asya’da çok büyük bir nehir kirliliğine yol açıyor. Kirlenen sular okyanuslar yoluyla tüm dünyaya yayılıyor. Bu nedenle artık balinaların ve deniz kaplumbağalarının midelerinden plastik parçaları çıkabiliyor. Zehirlenen deniz canlıları ABD’de dahi kıyılara vurabiliyor.
2012 yılında 800.000’in üzerinde insanın kirli su kullanmaktan ve yetersiz hıfzıssıhha hizmetlerinden dolayı yaşamını kaybettiği, okyanus ve denizlerde kirlenme kaynaklı oksijensiz ölü bölgelerin 245.000 km kareyi bulduğu belirtiliyor raporda. Dünyada 2,4 milyar insan hala hıfzıssıhha hizmetlerin yoksun bir yaşam sürüyor.
Raporda dünya su kullanımının %70’inin tarımda kullanılıyor olmasına rağmen artan kentleşme ve sanayileşme ile birlikte önümüzdeki yıllarda suya olan talebin daha da artacağı belirtiliyor. Ayrıca küresel ısınmanın da azalan tatlı sular üzerinde daha büyük bir rekabet yaratacağı üzerinde duruluyor. Bu durumun Suriye’de 2007-2010 yıllarındaki tarihsel kuraklığın ardından yaşanan ayaklanmada olduğu gibi birçok ülkede ekonomik ve politik krizlerin çıkmasına yol açabileceği belirtiliyor. Dünya nüfusunun üçte ikisi her yıl en az bir ay boyunca su kıtlığı çeken bölgelerde yaşıyor. 500 milyon kişi ise doğal yollarla yerine gelmesi mümkün olmayan su kaynaklarını kullanıyor. Tüm bunların yanında atıksuların arıtılmaması ve tarımsal kirlilik ise var olan su varlıklarını ve bu sularda yaşayan canlıları tehdit ediyor.
Her ne kadar BM raporu su krizini öne çıkararak atıksuların arıtılmasına ve yeniden kullanımına vurgu yapıyor olsa da su krizinin sorumlusu başta gelişmiş ülkeler olmak üzere kapitalist üretim ilişkileridir. Yaşamı ve doğayı değil kârı önceleyen şirketler ve ekonomik rekabet halindeki kapitalist devletler, iklim değişikliğinin ve suyun bir üretim girdisi olarak görülmesinin hatta bazen doğrudan meta olarak algılanmasının bir sonucu olarak yaşanan su krizine yönelik hiç bir güçlü somut çözüm üretemiyor. Bu nedenle raporlar çoğunlukla krizin büyüdüğüne işaret etmekten öteye geçemiyor.
Su krizinin çözümü için yapılması gereken şey ise dünyanın her yanında kuvvetli su mücadeleleri örgütlemek. Suyun bir insan hakkı olarak tanınması sağlamak yönünde verilmesi gereken mücadele bir yandan da savaşlara ve suyun metalaştırılmasına karşı sosyal hareketlerin ve sendikaların bir araya gelmesinden geçiyor.