Kaynak: Sabah, 6 Nisan
Dakope, Bangladeş – 2009’daki güçlü bir fırtınada ırmak kıyısındaki evi yıkılan Jahanara Hatun sadece başının üstündeki çatıdan olmadı. Afetin ertesinde kocası öldü ve o kadar zor duruma düştü ki, oğlu ve kızını köle olarak satmak zorunda kaldı. Üstelik onun için işler daha da kötüye gidebilir. Hatun bugünlerde deniz seviyesinin altında, çökmek üzere olan bir sekinin 45 metre kadar uzağındaki hintkamışı bir kulübede yaşıyor. Günlerini yakmak için tezek toplayarak ve deniz suyuyla zehirlenmiş toprakta sebze yetiştirmeye çalışarak geçiriyor. İklimbilimciler, denizler yükseldikçe ve fırtınalar yoğunlaştıkça bu bölgenin sular altında kalacağını tahmin ediyor; yani bir kasırga ya da başka bir afet Hatun’un yeni kurduğu hayatı kolayca yerle bir edebilir. Fakat o, ırmaklar ortasındaki adalardan, hintkamışı kulübelerden, yürek burkan seçeneksizliklerden ve imkansız umutlardan oluşan bu geniş coğrafyadaki milyonlardan biri olarak, hiç olmazsa bir süre daha dayanmaya çalışıyor. Japonya’nın Yokohama kentinde 31 Mart’ta bir araya gelen bilim insanları, iklim değişikliğinin şimdiden bütün kıtalarda ve dünya okyanuslarında dramatik etkiler göstermeye başladığını açıkladı. Sera gazı emisyonları kontrol altına alınmazsa sorunların ciddi boyutta ağırlaşacağı konusunda da uyardılar. BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’ne göre buz örtüsü eriyor, Kuzey Buz Denizi’ndeki buzlar çözülüyor, su kaynakları giderek baskı altında kalıyor, sıcak hava dalgaları ve ağır yağmurlar şiddetleniyor, mercan resifleri yok oluyor, balıklar ve birçok başka canlı kutuplara doğru göç ediyor ve bazı hallerde soyu tükeniyor. Fakat daha kötüsü de var. Ülkeler önümüzdeki yıl, yeni bir küresel iklim anlaşması üstünde fikir birliğine varmaya çalışacaklar; bu amaçla hazırlanan üç raporun ikincisinde, dünyadaki gıda arzının ciddi bir tehdit altında olduğu ifade ediliyor. Böyle bir tehdit yoksul ülkeler için ciddi sonuçlar doğuracaktır. Panel başkanı Rajendra K. Pachauri, “Yeryüzünde iklim değişikliğinden etkilenmedik kimse kalmayacak” diyor. Öncelikli gündem maddesi, deniz seviyelerinin 2100’e gelindiğinde bir metre kadar yükselebileceği tahminiydi. Böyle bir yükselme, yerçekiminin etkileri ve insan müdahaleleri dolayısıyla her yerde eşit olmayacaktır; o yüzden nerede nasıl bir sonuç olacağını kestirmek zor. Fakat Maldivler, Kiribati ve Fiji gibi ada ülkeleri, topraklarının büyük bir bölümünü yitirebilir; ayrıca milyonlarca Bangladeşli de yerinden olacaktır. Bloomington, Indiana Üniversitesi’nde ders veren Rafael Reuveny, “Denizlerin yükselmesi birçok yeri tehdit etse de Bangladeş herkes için liste başı. Üstelik dünyada kimse bu tip sorunlara hazırlıklı değil” diyor. Birçok gelişmekte olan ülke var ki, ısı ve deniz seviyesindeki artışla ilişkili kirlilikte çok az payı olmakla beraber sonuçları daha çok hissecek. Bu durum onların giderek tepkisini çekiyor. Kasım’da Varşova’da yapılan bir iklim konferansında Bangladeş gibi bekaları tehdit altında olan ülkeler (Bangladeş, iklim değişikliğine yol açan emisyonların yalnızca binde 3’ünü üretiyor) adeta duygusal bir patlama gösterdi. Bazı liderler, atmosferi kirlettikleri için zengin ülkelerin yoksul olanlara tazminat ödemesini istedi. Birkaçı da kalkınmış ülkelerin sınırlarını iklim göçmenlerine açması gerektiğini söyledi. Bangladeş İleri Araştırmalar Merkezi’nden Atik Rahman, “Bu bir küresel adalet meselesidir” diyor. Dünyadaki ırmak deltaları denizlerin yükselmesine karşı özellikle hassas; Londra, Venedik ve New Orleans gibi zengin sayılabilecek şehirlerin de kaderi belirsiz. Bangladeş’in hava kirliliğine katkısı çok az olmakla birlikte içme suyu için yeraltı sularından yararlanması (çünkü ırmaklar çok kirli) karaların çökelmesine yol açıyor. Yani bir yandan deniz seviyesi yükselirken öbür yandan Bangladeşli şehirler batıyor. Dr. Rahman’ın dediğine göre Bangladeşli bilim insanları ve siyasetçiler, denizlerin yükselmesi nedeniyle 2050 yılına kadar toprakların yüzde 17’sinin sular altında kalacağı ve 18 milyon insanın yerinden olacağı konusunda hemfikir. Bilim insanları, Bengal Körfezi’ndeki ırmak deltalarının en aşağı kesimlerindeki köylerinde Bangladeşlilerin taşınmaya başladığını belirtiyor. Bangladeş hükümetinin tufanı savuşturmak için yaptığı şeylerin çoğuysa (setleri yükseltmek, kanal diplerini taramak, su pompalamak) uzun vadede su basma tehdidini güçlendiriyor. Bunu aktaran İngiltere, Newcastle Üniversitesi eski öğretim üyesi John Pethick, Bangladeş’te denizin 2100’e kadar 4 metre yükselebileceğini tahmin ediyor. Bu, topraklarının neredeyse dörtte biri denizin en fazla iki metre üstünde olan bir ülke için felaket demektir. Bangladeş’in Hindistan büyükelçisi Tarık A. Kerim, “Bölgesel bir çözüme ihtiyacımız var, ama küresel tedbir çok daha iyi. Yakında bir çare bulunmazsa Bangladeş halkı tüm dünyanın bir sorunu haline gelecektir, çünkü onları tek başımıza tutamayız” diyor. Kerim, deniz seviyesi beklendiği kadar artarsa 2050’ye kadar 50 milyon Bangladeşlinin ülkeden kaçabileceğini hesaplıyor. Dünyanın en büyük deltası olan ve Himalayalardan gelen suyun çoğunu boşaltan Ganj Deltası’nın her yeri erozyon sinyalleri veriyor. Tuğla temeller ikiye bölünüyor, palmiyeler suyun içinde yetişiyor, küçücük alanlarda cılız sığırlar otluyor. Tarlalar öbek öbek tuzlanıyor. Bazı bilim insanları artan ısının bütün dünyada aşırı hava koşullarına yol açacağına inanıyor ve buna, Bengal Körfezi’ndeki kasırgaların güçlenmesi ve sıklaşması da dahil. Denizlerin yükselmesiyse taşkın tehlikesini artırması yüzünden fırtınaları daha tehlikeli bir hale getirecektir. Bangladeş’in kurduğu erken uyarı sistemi ve inşa ettiği 2.500’den fazla fırtına sığınağı, fırtınalardan dolayı yaşanan ölümleri azalttı. 1970’te Bhola Kasırgası 550 bin gibi çok yüksek sayıda insanın canına mal olurken 2009’daki Ayla Kasırgası 300 can almıştı. Ayla Kasırgası’nda Jahanara Hatun, kocası, anne-babası ve dört çocuğuyla evdeymiş. Yakınlarındaki bir seki çökünce kulübelerini dakikalar içinde sel almış. Hatun en küçük çocuğunu sırtına almış ve kocasıyla birlikte suları yara yara yüksekteki bir yola ulaşmış. Anne-babası sele kapılmış. Baba Abdus-Setr, “Bir kilometre kadar sonra bir ağaca tutunmayı başardım. Karımın da tutunmasına yardım ettim” diyor. Aile ertesi gün yüksekteki yolda birbirine kavuşmuş, fakat onun öncesindeki gece, yine yükseğe sığınan yılanlar çocuklara adeta bir kabus yaşatmış. Kurtarıcılar gelene kadar yağmur suyu içmişler. Yaşananlar Hatun’un kocasını olumsuz etkilemiş ve sağlığını bozmuş. Tedavi olması ve kulübelerini yeniden yapmaları için bir tefeciden borç almışlar. Karşılığında Hatun da, o sıralarda 10, 12 ve 15 yaşında olan üç büyük çocuğu da bir tuğla fabrikasında çalışmaya söz vermişler. Hatun daha sonra 11 ve 13 yaşındaki çocuklarını borçlarına karşılık olarak 450 dolara, Dakka’daki başka bir tuğla fabrikasının sahibine satmış. Kocası fırtınadan dört yıl sonra ölmüş. Yapılan bir görüşmede satılan oğullarından biri, Memun Serdar (şimdi 14 yaşında) fabrika fırınına sabahtan akşama kadar tuğla taşıdığını açıklıyordu. Annesini özlediğini de söylüyordu Serdar, “ama uzakta yaşıyor” diyordu.
Batmaya Karşı Çareler
Yeryüzünün bazı bölgeleri denizlerin yükselmesine karşı daha da hassas. Suyun ilerlemesiyle azalan topraklar, insanları hayatlarında büyük değişiklikler yapmaya zorluyor. Devletler pahalı setler inşa etme ve tehdit altındaki toplulukları yeniden yerleştirme (hatta bazı örneklerde, koca ada ülkelerine yeni bir vatan bulma) zorunluluğuyla karşı karşıya.
PANAMA
Panama’nın Karayip kıyısında 350’yi aşkın bembeyaz kum adasından oluşan San Blas takımadaları binlerce yı ldır Kuna halkını barınırıyor. Oysa denizin yükselmesi ve fırtınaların şiddetlenmesi şimdi onları tehdit ediyor. Smithsonian Tropik Araştırma Enstitüsü’nden bilim insanları , adalardaki deniz seviyesinin yılda iki santim kadar arttığını ve 20-30 yıl içinde adaların sular altında kalacağını hesaplıyor. Hükümet, Kuna halkını anakaraya yerleştirmek için planlar yapsa da yerliler devlete güvenmiyor ve birçokları bu öneriyi reddediyor. İklim değişikliğinin yerinden ettiği insanlarla çalışan Cenevre merkezli Displacement Solutions isimli örgütten Scott Leckie, “Panama hükümeti birçok insanın taşınmak istememesini anlıyor. Gençlerin taşınmaya yanaşması daha olası. Hareket engeli olmayanlar ve eğitimliler önce taşınacaktır. Dolayısıyla geride kalanlar ve taşınmayı en az isteyenler hastalar, yaşlılar, zayıflar ve engelliler olacaktır” diyor.
KİRİBATİ
Alçak rakımlı Kiribati adaları iklim değişikliğinin ön saflarında yer alıyor. Aslında dünya denizleri 1880’den beri 25 santim yükseldi bile, ama araştırmalar bu eğilimin hızlandığını gösteriyor. Uzmanlarca yütürülen yeni bir çalışma, karbon emisyonları kontrol altına alınmazsa, denizlerin 2,100’e kadar bir metre yükselebileceği sonucuna varıyor. Yani bu yüzyılın sonuna kadar Kiribati’nin büyük bir bölümü sular altına kalabilir. 100 bin nüfuslu ülke bunun etkilerini hissetmeye başladı bile. Hükümet, denizin yükselmesinden kaynaklanan tuzlu suyun istilasıyla tatlı su kaynaklarının ve tarım topraklarının zarar gördüğünü belirtiyor. Cumhurbaşkanı Anote Tong 30-60 yıl içinde ülkesinin yaşanmaz hale gelebileceğini açıkladı. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre tüm Kiribati’liler ve onlarla birlikte Maldivler ve Tuvalu gibi alçak rakımlı ada ülkelerinin sakinleri, iklim değişikliğinden dolayı topraklarını terk etmek zorunda kalabilir. Kurumun açıklamasında, “Koca uluslar ülkesiz kalabilir” deniyor. Hawaii’nin 1,900 küsur kilometre güneyinde, Avustralya’nın da 6,115 kilometre kuzeydoğusunda yer alan bu uzak ülke, komşu ada ülkesi Fiji’den 2,400 hektar satın aldı bile. Tarım topraklarını denizin istila etmesine karşı gıda güvenliği olarak alınan bu önlem, ileride belki ülke sakinlerinin iskanına da yarayacak.
FİJİ
Pasifik’teki komşusu Kiribati gibi Fiji de yükselen okyanusun etkilerini hissediyor ve hükümet, dış kesimlerde yer alan adaların ve alçak rakımlı kıyı bölgelerinin sakinlerini daha büyük olan anakarada iskan etmeye başlıyor. Örneğin, tuzlu suyun tarım topraklarını bozmasından sonra sakinler sahil köyü Vunidogoloa’dan boşaltıldı. Yetkililer başka uyum tedbirlerine de yatırım yapıyor. Örneğin, ülkenin daha hassas olan kuzey adalarında tuz giderme (desalinasyon) tesisleri ve su depoları kurarken, insanların başka yerlerde iskanı için planlar yapmayı sürdürüyorlar. Bir yandan da Fiji, bilim insanlarının 2100 yılına kadar yok olabileceğini söyledikleri Kiribati ve Tuvalu kadar vahim durumda olmadığının farkında. Fiji cumhurbaşkanı Ratu Epeli Nailatikau, kendi sınırlı arazi ve kaynaklarını daha da baskı altına alabilecek olmasına rağmen, bu ülke insanlarına kucak açmaya hazır olduklarını açıkladı.
AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
Denizler dünyanın her yerinde yükseliyor ama eşit ölçülerde değil. ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun 2012’deki bir araştırmasına göre, önümüzdeki yüzyıl boyunca Doğu Kıyısı’ndaki su seviyeleri küresel ortalamadan üç-dört kat daha hızlı yükselecek. Dünyada denizlerin 2100’e kadar ortalama bir metre yükselmesi beklenirken, Atlantiğin batı kıyılarında bu yükselmenin iki metreden fazla olabileceği ifade ediliyor. Araştırmada en hassas durumdaki üç metropol bölgesi olarak Boston, New York ve Virginia, Norfolk anılıyor. Bir başka araştırma da, deniz seviyesindeki yarım metreden biraz düşük bir yükselmenin bile Baltimore, Boston, New York, Philadelphia ve Rhode Island’ın Providence kentinde 6 trilyon dolarlık bir emlaki su baskınlarına maruz bırakacağını gösteriyor. Müteahhitlerin milyon dolarları akıttığı Boston Limanı’nın kaderi de bir başka soru işareti. Planlamacılar, fırtınalarda şehrin önemli kesimlerini suların basacağı bir geleceğe hazırlanıyor; ve bu çerçevede, şehrin afetlerle nasıl daha iyi baş edebileceği konusunda bir iklim eylem planı geliştiriyorlar. Miami, Güney Florida kıyısında gözenekli kireçtaşından bir zeminde kurulu bir kent. Dolayısıyla, federal hükümetin 2013 Ulusal İklim Değerlendirmesi taslağına göre, denizlerin yükselmesine karşı son derece hassas durumda. Güneydoğu Florida Bölge İklim Değişikliği Sözleşmesi’nin bir raporuna göre de, Kuzey Kutbu’ndaki buzları eridikçe Miami çevresindeki sular 2060’a kadar yarım metreden fazla yükselebilir. Bölge sakinleri, yolları ve eskimiş kanalizasyon şebekelerini suların basmasıyla bu etkileri şimdiden hissetmeye başladıklarını aktarıyor. Şehrin temellerine deniz suyunu sızdıran gözenekli kireçtaşı ciddi bir tehdit oluşturuyor. Florida Atlantic Üniversitesi’ndeki İklim Değişikliği İnisiyat i f i’nin eşbaşkanı Leonard Berry, “Bariyerlerin aşıldığı bir durum yok burada. Sular kireçtaşına sızarak borulardan yukarı çıkıyor. Bunu şimdiden görmeye başladık; hiç hoş olmadığını söyleyebilirim” diyor. Florida Ulaştırma Dairesi’nin bir araştırması da, denizlerin yükselmesiyle Miami bölgesindeki tali yolların gelecek 35 yılda zarar göreceğini; 2050’den sonraysa, alttaki kireçtaşının suya doyup erimesiyle, sahil kesimindeki ana yolların ciddi taşkınlara maruz kalıp bozulacağını gösteriyor.
GRÖNLAND
Yapılan araştırmalara göre iklim değişikliği Grönland’daki buz örtüsünü hızla eritiyor. 2012’deki uydu görüntüleri, buz tabakasının yüzde 98,6’sında yüzeydeki veya yüzeye yakın noktadaki buzların “aşırı erime halinde” olduğunu ortaya koyuyordu. Simülasyonlar ise erimenin görüldüğü yaz mevsiminin bugün 1972’ye göre 70 gün daha uzun sürdüğünü, 2010’daki erimenin 1970’lerin başına göre iki kat fazla olduğunu gösteriyor. Bu etkenler, Grönland’daki erimenin denizlerin yükselmesinde olan payını artırıyor. Fakat iklim değişikliği Pasifik Okyanusu’ndaki düşük rakımlı ada ülkelerini tehdit ederken Grönland’a avantaj sağlayabilir. Bazı Grönlandlılar iklim değişikliğinin yardımıyla, adayı 18. yüzyılda kendine bağlayan Danimarka’dan bağımsızlıklarını kazanabileceklerini umuyor. Grönland’ın buz tabakası sahip olduğu müthiş ağırlıkla adayı okyanusun içine doğru bastırıyordu. Buz eridikçe ve ağırlığı azaldıkça ada yükselecek. Eriyen buzlar ve ısınan hava coğrafyayı yeniden biçimlendirerek vaktiyle donmuş olan toprakları tarıma elverişli hale getiriyor. Aynı ısınma petrol, çinko ve uranyum rezervlerinin de işletmeye açılmasını sağlayacak. Giderek ivme kazanan bağımsızlık hareketi bu yeni kaynaklardan yararlanmayı hedefliyor.