Ekonominin kaygan hali sürdükçe, bardağın yarısının dolu mu boş mu olduğuna karar vermek güç. Fakat, şunu söyleyebiliriz ki, bardağı doldurmak için önce musluktan su akması gerek!
Geçtiğimiz yaz, Detroitliler, dünyanın en zengin ülkesinde utanç verici bir gerçeğe uyanmışlardı: Şehir susuzdu! İşçi sınıfının evleri, en temel hizmetlerden birinden mahrum bırakılmıştı. Detroit Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin, faturalarını zamanında ödeyemedikleri için on binlerce insanın sularını kesme kararına karşı gösteriler yapılmıştı.
Detroit’in iflası anormal görünebilir, fakat eğer ticaret yanlısı yetkililer suyun o kadar da temel bir madde olmadığına ve tıpkı mısır ya da yağ gibi alınıp satılabileceğine hükmederse yakında ülke çapında pek çok kaynak krizi ile daha karşı karşıya kalabiliriz.
CAI (Corporate Accountability International) araştırmasına göre onlarca grup ile yapılan görüşmeler ortaya koyuyor ki, su hizmetlerinin özelleştirilmesi, maddi çıkarların insan haklarının önüne geçmesine yol açıyor.
Yoksul ülkelerde suyun özelleştirilmesi, “serbest ekonomi” adı altında yerel hizmetlerin istikrarsızlaştırılması ve sömürülmesine yola açacağı için eleştirinin hedefi haline gelmişti. Fakat Amerika’nın şehirlerinde de su sistemleri piyasanın eline geçiyor ve varlıklı kesimler ile yoksul kesimleri bundan nasıl etkilendiğine baktığımızda CAI araştırması şunu ortaya kokuyor: Su özgür akmazsa, adaletsizlik özgür akar!
“Özel su şirketleri suya ticaret nazarıyla bakar, dolayısıyla ekonomik çıktıları sosyal faydanın önüne koyar. Yoksulları ve dezavantajlı grupları öncelemeyi dert etmez. Suya bir ticari meta olarak muamele etmek, suyu piyasanın . Erişilebilirlik ve özel sektör işleyişinde şeffaflık gibi meseleler es geçilir. Suya ticari bir meta olarak muamele etmek, suyu piyasanın heveslerine tabi kılmak anlamına gelir. Bu durumda erişilebilirlik ve şeffaflık gibi ilkeler es geçilir.”
Suyun özelleştirilmesinin zalimane etkileri tüm dünyada hissediliyor. Şimdi suları kesik olan Detroit, neoliberal politikaların canlı bir sergisiydi; önce kemer sıkma politikaları, sonra özelleştirme.
Geçen yaz faturalarını ödemeyen “ihmalkar” müşterilerin suları ceza olarak kesilirken; CAI ve bazı yerel gruplar, çokuluslu Veolia su şirketi ile devletin görüş alışverişinde bulunmasından duydukları endişeleri dile getirmişlerdi. CAI Medya Direktörü Jesse Bragg, Veolia’nın amacının, tıpkı diğer bölgelerde yaptığı gibi, ekonomik krizde olan Detroit’te de kamusal su hizmetini ele geçirmek olduğunu düşünüyor. Devlet ile olan görüşmelerin de özelleştirmenin ilk adımı olduğu görüşünde.
Şimdiye dek, özelleştirme karşıtlığı daha çok Küresel Güney’e ait bir olgu oldu. Örneğin, Hindistan ve Filipinler gibi zayıf su altyapısına sahip ülkelerde, Dünya Bankası desteği ile neoliberal dış yatırımlar gündeme gelmişti. Bu yatırımlar; yüksek maliyet, erişim kısıtlılığı, su kirliliğine yol açması ve altyapı sorunları nedeniyle CAI’nin eleştirilerinin hedefinde olmuştu. 2012’de CAI, BM’den Dünya Bankası ve Uluslararası Finans Kurumu’nun suyun özelleştirilmesini teşvik etmedeki rolünü araştırmasını talep etti.
Kaynaklara ulaşmadaki eşitsizliği beslemesinin yanı sıra, suyun özelleştirilmesi, kamu bütçesinin ve mali yükümlülüklerin de es geçilmesine neden oluyor. Su altyapısına bütçe ayırmak gibi gerçek bir ihtiyaç da gözardı edilmiş oluyor. Tarih boyunca, su altyapısının yönetimi kamu idarelerinin elindeydi. Sistem her ne kadar mükemmel işlemese de, bir istikrar ve gelişme gözlemlenmekteydi. Ve atılan her adım kamu yetkilileri tarafından denetlenmekteydi; zengin hisse sahiplerinin çıkarlarını vatandaşın çıkarının üzerinde tutan CEO’lar tarafından değil!
Fakat son yıllarda, su şirketleri ABD yetkililerine ellerindeki “mal”ı kendilerine satmaları konusunda ısrar ediyor. Özel sektör genelde aynı argüman ile geliyor: “İnnovasyon”. Bunun özelleştirme olduğu argümanını kesin bir dille reddediyorlar ve sadece su hizmeti sağlamak için anlaşma yapmış olduklarını öne sürüyorlar.
Öze okulların, eğitim sisteminde doğa üstü performans artışı vaadetmesi gibi ; özel su şirketleri de kamu-özel ortaklığının iki taraflı bir kazan-kazan anlaşması olduğunda, ve yaptıklarının sadece işleri yoluna koymak olduğunda ısrar ediyorlar.
CAI’nin, özel su şirketlerinin, kamusal fonların özel sektörün su projeleri için harcamasına olanak sağlayacak bir kamu yasasını geçirmek için kulis faaliyetlerine başladığını belirtiyor. Bunun tek bir anlamı var: Baraj kapaklarını istikrarsızlığa açmak!
Su sektörü ayrıca, yasa koyucuları sanayi ile daha yakın olmaya da zorluyor. Fakat aslına bakılırsa, özel sektörün verimlilik ya da teknolojik gelişme sağladığına dair hiç bir elle tutulur kanıt mevcut değil. Genelde önünüze konunlan serbest piyasa ekonomisinin mantığı oluyor. Özel sektörün en büyük amacı karı maksimize etmek, dolayısıyla a) En büyük rakipleri olan kamu sektörünü yenmek, b) Suyu piyasaya açmak ve kendileri için iş olanağı yaratmak, c) Bunun için önlerine çıkacak her engeli def etmek zorundalar.
Aktivistler, bunun, halk sağlığı ve çevresel standartlara dair tüm yönetmeliklerin erozyona uğraması anlamına geldiğini söylüyor. Özel şirket menfaatleri ile kamusal menfaatler arasında önemli farklar var. Kamu menfaati adil erişimi gözetirken, özel sektör bir krizden bile menfaat sağlayabilir. Ne kadar su tüketilirse, özel sektör için o kadar iyidir.
Özelleştirmenin, bir toplumun altını oymasına dair bir başka risk ise, su hizmetinin özelleştirilmesi durumuna işçilerin durumu ile ilgili. Zaten, Detroit Su ve Kanalizasyon İdaresi işçileri de muhtemel bir özelleştirmeye karşı olduklarını belirten bir eylem yapmışlardı.
Yönetim, “maddi aciliyet” dolayısıyla su hizmetini özelleştirmeye doğru adım atadursun, şu çok açık ki; kapitalist bir perspektiften bakınca suyun özelleştirilmesini istemektan daha akıllıca ne olabilir? İnsanlar satın almak zorundalar ve istersen fiyatı 3’e katlayabilirsin. Su, sıvı bir altın!
Kemer sıkma politikaları bahanesi ile su hizmetindeki “masraflar azaltma” tedbirlerine gelince ise; sonucun toplumun susuz kalmasına yol açacağı ortada. ABD gibi bir “refah” ülkesinde bile!
Kaynak: Equal Times