Kaynak: Pelin Cengiz, Taraf, 4 Aralık 2013
Tarihler Nisan 2011’i gösterdiğinde bir seçim kampanyası yöntemi olarak Başbakan Erdoğan tarafından “çılgın proje” şeklinde lanse edilen Kanal İstanbul, yine bir seçim dönemine girdiğimiz şu günlerde ısıtılıp tekrar önümüze kondu. İktidarın, hiç öyle sinsice tavırlarla değil gayet cesurca, göstere göstere epeydir padişah yetkileriyle donanmış TOKİ eliyle yürüttüğü kentsel dönüşüm alanını genişletmek suretiyle, İstanbul’un kuzey ormanlarına gözünü diktiği herkesin malumu.
Hafta başında öğrendik ki, Kanal İstanbul’un güzergâhı ve güzergâhta yapılacak yeni yerleşim birimlerinin netleşmesinden sonra, üçüncü havalimanı aksındaki beş köye, kamulaştırma tebligatları gitmiş. Habere göre, ÇED raporunun hazırlanmasından sonra harekete geçen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Enerji Bakanlığı, havaalanı bölgesindeki yedi şirkete ait maden sahalarına verilen ruhsatların iptali için de şirketlere buraları boşaltması yönünde yazı göndermiş.
Delik deşik edilerek en son ekim ayındaki değişikliklerle giderek işlevsizleştirilen ÇED Yönetmeliği’ne tabi projelerle ilgili ÇED kararları, tamamen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın insafına bırakılmış durumda. Bakanlığın sitesinde yer alan listede “ÇED olumlu” raporu verilen proje sayısına bakınca, meseleye sadece formalite icabı yaklaşıldığını anlamak zor değil. Kanal İstanbul’un hazırlandığı iddia edilen ÇED raporuna dair herhangi bir bilgiye ise ulaşamadım.
Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri de yakından ilgilendirdiğinden Kanal İstanbul için bırakın böyle uyduruk ÇED düzenlemeyi, uluslararası bir ÇED hazırlanması gerekiyor. Bu projeye çevre ülkelerden olumlu bir yaklaşım geleceğini ise hiç sanmıyorum. Raporda belirtildiğini varsaydığımız, projenin çevreye yönelik olumsuz etkileri neler olacak, bu etkilerin en aza indirilmesi için neler planlanıyor gibi çoğaltılabilecek pek çok sorunun cevabı kamuoyuyla paylaşılacak mı, o da ayrı bir muamma. Kanal müthiş bir nüfus baskısına neden olacak, bunun nasıl yönetileceğine dair en ufak bir bilgi yok. Bu projeyle nüfusu 15 milyona dayanmış İstanbul’a başlayacak yeni göç dalgasının ardından, memleketin geri kalanında kim yaşayacak, kim çalışacak bu da cevaplanması gereken bir soru olarak karşımızda.
Genel hatlarıyla Kanal İstanbul, Karadeniz’i Marmara Denizi’ne bağlayacak yapay bir su kanalı. Aslında hedeflenen Boğaz’dan geçen petrol tankerlerini buraya yönlendirmek, Kuzey Marmara Otoyolu ve üçüncü köprüyle de yük taşımacılığını buraya kaydırmak. Tabii işin en iştah kabartan kısmı yeni açılacak rant alanında “kentler inşa etmek” niyetinde şekilleniyor. Bu açıdan bakınca, bazı gayrimenkul şirketlerinin konutlarını “Kanal İstanbul manzaralı” sloganıyla pazarladığına şaşmamak gerek.
Bu kanal her ne olursa olsun ekolojiyi değiştirecek, bundan kaçış yok. Kanal İstanbul’un neden yapılmaması gerektiğini her platformda detaylarıyla ortaya koyan ve bu projeyle Karadeniz’in boşalıp kuruyacağına dikkat çeken Prof. Dr. Cemal Saydam, hükümetin konuyla ilgili toplantılara bir tane bile oşinograf çağırmadığını ama Katar’da deniz üzerine palmiye şeklinde proje inşa eden mimarın davet edildiğini söylemişti.
Doğru dürüst ÇED yok, bilimsel çalışma, bilim insanına danışmak yok, sahip olduğumuz ekosistemin ve denizlerin özelliklerini öğrenmek ve ona proje geliştirme basireti yok ama hızla kamulaştırma var, insanları yerinden yurdundan etmek var, ormanları, yaşam alanlarını rantın hizmetine sunmak var.
Doğanın insanlığa verdiği en büyük derslerden biri, Sovyetler Birliği döneminde ÇED sürecine tabi tutulmadan yapılan sulama projesiyle ırmakların yönü değiştirildiği için Aral Gölü’nün kurumuş olmasıdır. Dünyanın dördüncü büyük gölünün yerinde şu anda devasa bir kum çölü var. Şimdi Türkiye, nehirlerini HES’lerle yok ettiği Karadeniz’i kurutacak bir projeye girişiyor. Unutulmaması gereken şu, doğanın dengesiyle oynamak bumerang gibidir, mutlaka geri gelir sizi vurur.