Kaynak: Fikret Başkaya, Özgür Üniversite, 19 Haziran 2012
1992’de Rio de Janerio’da gerçekleştirilen Birlişmiş Milletler Yeryüzü Zirvesi’nden 20 yıl sonra, yeni bir zirve 20-22 Haziran’da yapılacak. Zirvenin sloganı İstediğimiz gelecek! [ The future we want]. 130 kadar devlet ve hükümet başkanının zirveye katılması bekleniyor. 1992’de iklim ve biyolojik çeşitlilikle ilgili iki önemli konvansiyon kabul edildi. Ve 1987’de Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından yayınlanan Bruntland Raporu’yla gündeme gelen “sürdürülebilir kalkınma” kavramı, Rio Zirvesiyle resmi söyleme dönüştü. Yeryüzünün egemenleri bundan böyle kalkınmayı gerçekleştirme, yoksulluğu ortadan kaldırma, doğayı ve insanlığın geleceğini koruma sözü veriyorlardı… Artık her kelimenin önüne “sürdürülebilir” niteleme sıfatı eklenebilirdi… İşte, sürdürülebilir kalkınma, sürdürülebilir büyüme, sürdürülebilir tarım, sürdürülebilir turizm, sürdürülebilir enerji, sürdürüebilir su, vb… Bu amaçla “ Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Komisyonu” [ SKK] kuruldu. Daha doğrusu bu iş ‘komisyona havale edildi’… Ve ondan sonra tüm benzer komisyonlar gibi adı pek duyulmadı… 2012 zirvesi de işte bu komisyon tarafından düzenleniyor…
Aradan geçen 20 yılda doğa hızlı bir tempoyla kötüleşti, tahribat derinleşti, zehirli gaz emisyonu arttı, atmosfer ısınmaya devam etti, iklim değişikliği tehlikeli bir hal aldı… Doğal kaynakların yağmalanması görülmemiş boyutlara ulaştı, biyolojik çeşitlilik azaldı, çölleşme ve ormansızlaşma arttı, canlı türlerindeki azalma hızlandı, dünya ölçeğinde eşitsizlik, açlık ve yoksulluk büyüdü, velhasıl, artık tüm göstergeler kırmızıya döndü ve tam bir sürdürülebilemezlik durumu ortaya çıktı? Yeryüzünün egemenleri şimdi yeni bir kavramla yola devam etmeye karar vemiş görünüyorlar: 2012 Rio zirvesinin yeni sloganı [resmi söylemi] artık yeşil ekonomi…Bundan sonra her kelimenin önüne yeşil sıfatı gelecek. Kalkınma yeşil olacak, ekonomik büyüme yeşil olacak, teknoloji yeşil olacak, enerji yeşil olacak, her şey yeşil olacak… Think-tank’ların, yüksek prestijli vakıf ve derneklerin, araştırma kurumlarının, akademilerin bilimi kendinden menkûl adamları ve kadınları artık yeşil ekonominin nimetlerinden, marifetlerinden, hârikalarından söz edecekler… Yeşilin dünyayı nasıl bir cennete dönüştüreceğini anlatmak için yoğun çaba harcayacaklar… Misyonlarının ve varlık nedenlerinin gereğini yapacaklar… “Konunun uzmanları” ve bilim erbabı tarafından üretilen yalan medyanın elinde tartışmasız bir “hakikate” dönüşecek… Kimbilir, bundan sonra gri hiçbir şey kalmayacak… Her şey yeşillenecek…
Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında toplanacak yetkili ve etkili zevat, devlet ve hükümet başkanları ve avanesi [resmi dünya densin] aslında kimi temsil ediyor, neye hizmet ediyor? Bu adamlar ve kadınlar [sayıları fazla değil] orada toplandı diye neler nasıl değişecek? Geçerli rotada bir değişiklik mümkün müdür? Elbette bir değişiklik olacak… Sürdürülebilir kalkınmanın yerini yeşil ekonomi alacak ve araç kaldığı yerden, aynı istikâmette, üstelik hızını artırarak yola devam edecek… Kimbilir, belki yirmi yıl sonra yeni bir yalan üretilinceye kadar… Eğer geçerli süreç sürdürülebilir değilse, ki kesinlikle değil, yalanı ilâ nihâi sürdürmek mümkün müdür? Başka türlü söylersek, yeryüzünün egemenlerinin yalan üretme, yayma, dayatma- kabullendirme yeteneği sınırsız mıdır? Yeryüzünün efendilerinin yalan üretme yeteneğinin sınırı, yeryüzünün ezilen/sömürülen sınıflarının, yeryüzünün lânetlilerinin yalanı teşhir etme, gerçeğe sahip çıkma yeneteğine bağlı. Zira asıl gerçeğe ihtiyacı olanlar onlar.
Yeşil ekonomiyi nasıl bilirsiniz?
Yaşadığımız şu sefil dünyada ayrıca ekonomi diye bir şey yok. Kapitalizm var. Kapitalist ekonomi var… Yalan üretme konusunda pek yetenekli modern bilim ehli zevat, kavramların ve kelimelerin önüne niteleme sıfatı eklemekte pek marifetli ama aynı zamanda önündeki kelimeyi çıkarmakta da… Neden kapitalist ekonomi denmiyor? Ekonomi dendiğinde bilimsellik izlenimi doğuyor, bilimsellik imâ ediliyor, oysa kapitalist ekonomi denirse, bunun kapitalizmin pisliklerini, kötülüklerini, mantıksızlığını, saçmalığını, yıkıcılığını, vb. imâ etme riski var. Şu zarif “bilimsellik” dururken öyle olumsuz şeyleri imâ etmenin ne âlemi var? Eğer boş bulunursanız, ideolojik safsataların hikmetinden sual olmaz saf bilim olarak sunulması da mümkün hale gelir. Yalan, dalavere, ikiyüzlülük, burjuva ‘uygarlığının’ vazgeçilmezleridir… Önce reel dünyada karşılığı olamayan ideolojik bir safsata üretiliyor, sonra ona bilimsellik mührü vuruluyor… Artık ekonomi biliminin timsâli profesörler, uzmanlar kürsülerinden, gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından saf bilimi öğrencilere ve sıradan insanlara vaaz edebilirler… Sıradan insanların yalanı muteber değildir. Yalan üreticisinin yalan üretme “yeteneğine ve ehliyetine” sahip olması gerekir. İşte “konunun uzmanı” bu yüzden gereklidir. Nobel ödüllü bir iktisat profesörü ne söylerse söylesin, rütbesi ve aldığı ödül gereği mutlaka bilimseldir, söylediğini tartışmaya asla gerek yoktur… Söylediğinin kesinliği ve gerçekliği rütbesinde, isminin önündeki ünvanlarda gizilidir… Siz şu ünvanların ve ödüllerin boşuna verildiğini mi sanıyorsunuz? Ünvanlar ve ödüller egemenliğin vazgeçilmezleridir…
Kapitalizm koşullarında kalkınma mümkün değildir. Kapitalizm demek sermayenin büyümesi demektir ve sermayenin büyümesi global planda işssizliği, yoksulluğu, sefaleti ve çevre tahribatını artırmadan mümkün değildir. Sorun sermayenin büyümesini, yayılmasını, genişlemesini, kalkınma saymaktan kaynaklanıyor. Nitekim, kalkınma kavramı piyasaya sürüldükten 20 yıl kadar sonra, Birleşmiş Milletler Stockholm, Çevre ve Kalkınma Konferası’nda “insâni kalkınma” kavramı peydahlandı. 20 yıl sonra 1992’de Rio zirvesinde onun yerini “sürdürülebilir kalkınma” aldı. Üçünücü 20 yılın sonunda tekrar Rio’da “yeşil ekonomi” arz-ı endam etmiş görünüyor. Bakalım 20 yıl sonra ne tür bir naneyle karşılaşacağız…
Yeni ambalajın söylediği özetle şu: 1. Yeşil ekonomi piyasa ekonomisi koşullarında işleyecek; 2. Dünyayı yeni teknolojiler kurtaracak; ve 3. Yeni teknolojiler yeşil olacak… Hem piyasa ekonomisi pupa-yelken yol almaya devem edecek, hem de “yeşil teknoloji” hârikalar yaratacak… Oysa bu güne kadar yeni teknolojiler uygulandıkları her yerde toplumsal eşitsizliği artırdı, doğa tahribatını büyüttü… Kapitalizmin ürettiği yeni teknolojiler “yeşile” boyanınca başka türlü olması mümkün mü?
Aslında murad edilen başka, söylem başka. Söylem asıl murad edileni gizleme işlevi görüyor. Bu yeni kavram sayesinde sermaye yeni değerlenme alanına kavuşacak. Herkese ait olan, herkese ait olması gereken ne varsa metalaştırılacak, paralılaştırılacak, finansın etkinlik alınına dahil edilecek. Doğaya ait her şeyin bir fiyatı olacak, alınır-satılır hale getirilecek. Mesela bir karbon piyasası oluşturularak hava bir metaya dönüştürülecek ve bundan böyle havanın da bir fiyatı olacak… Aynı şekilde biyolojik çeşitlliğin de bir fiyatı olacak. İnsanlığın ortak malı olan ne kadar doğal şey varsa, su, toprak, vb. özelleştirilerek bir kâr aracına dönüştürülecek. Velhasıl “yeşil ekonomi”, kriz koşullarında değerlenme zorluğu içindeki büyük sermaye tekellerine yüksek kâr ve yağma imkânları sunacak. Başka türlü söylersek sermayenin etkinlik ve değerlenme alanı dışında hiç bir şey kalmayacak… Yeşil ekonomiyle doğanın temel kapasiteleri birer meta kategorisine dönüştürülecek. Mantık şöyle işliyor: Deniyor ki, eğer besin maddeleri krizi varsa, iklim krizi varsa, enerji krizi varsa, vb. bunun nedeni bu alanlara yeteri kadar sermayenin tahsis edilmemiş olmasındandır. O halde bu alanlara yeterli sermaye yatırımı yapılırsa sorun çözülecektir… Aslında asıl amaç yeşil dolarları çoğaltmakla ilgili. Bu gün artık petrol şirketleri yeşil, enerji şirketleri yeşil, finans kurumları yeşil, bankalar yeşil, tüm büyük tekeller yeşil…Öyle olunca hükümetler de yeşillenmek zorunda ve hızla yeşilleniyorlar. Emir yüksek yerden gelince elbette başka türlü olması mümkün değildir… Doğayı yaşanamaz hale getirenler, insanlığın geleceğini tehlikeye atanlar yeşil… Eğer öyleyse, Rio 2012’nin sloganı olan: “ istediğimiz gelecek” [ The future we want], sermaye cephesinin istediği gelecekten başkası değildir. Ve sermayenin istediği o gelecekte, sermaye tarafından sömürülen, sermayenin devleti tarafından ezilen ve aşağılanan halk sınıflarına, “büyük insanlığa” yer yoktur…
Kapitalizimin yıkıcı mantığı sorun edilmedikçe, aç gözlülük ve sınırsız kâr hırsı her türlü insânî, toplumsal ve ekolojik kaygının önüne geçmeye devam ettikçe, geçerli zenginlik ve refah saçma anlayışı terkedilmedikçe, velhasıl kapitalist mantığın dışına çıkılmadıkça, işler sarpa sarmaya devam edecektir…
Öteki Rio – 2012 = Halklar Zirvesi
Yeryüzünün egemenlerinin zirvesine karşı, 15-23 Haziran tarihleri arasında halkların zirvesi de toplandı. Zirvenin sloganı: “ Sosyal ve ekolojik adalet için, yaşamın metalaşmasına hayır, ortak malların korunması ve savunulması.” Zirve boyunca tam 600 etkinlik planlanmış durumda. Bunlardan 330’u uluslararası nitelikte. Geri kalanı Brezilya’nın özel sorunlarıyla ilgili. Halklar zirvesi resmi Rio zirvesinin tam karşıt zemininde yer alıyor, asıl sorunları ele alıyor ve sorunların kökenine inme iddiasını taşıyor. Ekolojik ve sosyal krizin gerçek nedenlerini sorun ediyor. Sosyal yaşamın ve doğanın metalaşmasına karşı çıkıyor. Geçerli üretim ve tüketim modelini reddediyor. Bireysel ve demokratik hakları, kollektif hakları, doğayla uyumu, sosyal ve ekolojik hakları esas alan alternatif modeller ve çıkış yolları öneriyor. Gıda güvenliğini, ekolojik tarımı, dayanışmacı ekonomiyi, ortak malların gerekliliğini savunuyor. İnsan merkezli olmayan bir paradigmaya giden yolu aralama iddiası taşıyor. Her türlü kolonyalizme ve emperyalizme karşı çıkıyor. Velhasıl ‘yeşil ekonomi’ retoriğini red ve mahkûm ediyor…